Bronx: Türkiye'den bir demo grubu efsanesi



Turbo: 1971'de doğdu. İlk bilgisayarını (bir ZX Spectrum) 1983'te aldı. 1987'de Amiga 500 sahibi oldu. Zombie Boys ve Bronx gruplarının kurucusudur. Ayrıca Commodore, Amiga Dünyası ve Megamiga gibi dönemin ünlü dergilerinde yazarlık ve çizerlik yaptı. Nâm-ı diğer Kommodor Abi.

Vigo: 1972 doğumlu. İlk bilgisayarı 1984'te anneannesi (rahmetli) Muazzes Demiralp tarafından alınan bir Commodore 16 oldu. 1987'den itibaren yavaş yavaş scene'le tanışmaya başladı. 1988-89 gibi The Joker Crew'a katılarak ciddi anlamda scene'in içine girdi. 1989'da Zombie Boys'a katıldı. 1991'de Bronx'un kurucuları arasında yer aldı. O gün bugündür scene'le iç içe yaşamayı sürdürüyor.

Anasayfaya dönüş

İnsanı bir demo grubu kurmaya iten şey nedir?

Vigo: Aslında yanılmıyorsam Zombie Boys demo grubu olarak başlamadı...

Turbo: Demo grubu değildik biz. Bizimki şöyle başladı aslında: O zaman Spectrum'da introlar yoktu, ama Spectrum'a yüklenen oyunların başında resimler çıkardı. O resimlerde grup isimleri yazardı ve o gruplar oyunları kırıp dağıttığı için bizi bir merak sardı, "Biz de yapabilir miyiz?" falan diye. Bende öyle bir merak vardı. Sonra Miko'yla tanıştığım zaman ben böyle hareketli yazıları ilk Commodore'da gördüm ve o zaman çok değişik bir şey gibi geldi bize, "Biz de yapalım," diye. Ama özellikle "o oyunları kırıp dağıtalım" diye değil. Zaten ne yaptığımızı bilmiyorduk yani. Böyle bir başladık. Oyunları alıp kopyalıyorduk, bilmemne yapıyorduk falan. Sonra grupların adreslerini gördük. O zaman disketler gönderip gruplarla temasa geçtik. Sonradan, kontaktları kurduktan sonra, programcılar bize katıldıktan sonra crack işlerine başladık açıkçası.

Vigo: Bende de şöyle bir şey olmuştu: Ben ilk Commodore 16'yla başladığım zaman, (Commodore 16, Commodore 64'e tip olarak çok benzer, ama hiç alakası olmayan bir makinedir, çok farklıdır.) Commodore 16, bizim Commodore 64 gibi zannederekten aldığımız bir cihazdı ve oyunlar falan berbattı. Ben bilgisayarı kaldırdım kenara, yani çok hayal kırıklığına uğramıştım, Commodore 64 hayal ediyordum ben. Şöyle bir şey oldu sonra: Benim bir arkadaşım vardı, bana C16 User Manual'da ekranın rengi BASIC'ten nasıl değiştirilir, gösterdi. İlk defa bilgisayarda 'ben bir şey yapıyorum, bilgisayarda bir şey değişiyor' olayı oldu. O mevzu başladıktan sonra ben şunu hatırlıyorum, kendi kendime bir şey uydurmuştum: "Bilgisayar Software House" gibi. Aslında ben tek başımayım ama bir identity ihtiyacı gibi, yani ben bir şey yapıyorum ama yapan ben değilim de kurumsal bir kimlikmiş gibi, çünkü hep oyunların başında Bilmemne Software House, Bilmemne Computer Company diye firma isimleri vardı.

Turbo: Ben Spectrum'u satın aldıktan sonra belli bir süre Spectrum oyunlarını bulamadım. Bir tane Spectrum kitabı bulduk, 'Spectrum'da Bilmemkaç Tane Oyun' diye, orada BASIC'le yazılmış oyunlar vardı. Hatta şöyle söyleyeyim sana, Spectrum'da yazdığım programı kasede kaydetmeyi bile beceremiyordum ben. Bilmiyordum yani böyle bir şeyin olduğunu. O kitaptaki oyunları oturup yazıp oynadıktan sonra (ki saçma sapan oyunlardı bunlar) kapatıyorduk bilgisayarı, bir daha oynayacağımız zaman bir daha oturup yazıyorduk sayfalarca şeyi. Kasete yükleme, kasetten kaydetme olayını çözdükten sonra, "Yazdığım programları kaydedebiliyorum, artık bunları geliştirebilirim," diyerekten, artık o kadar çok BASIC yazmıştım ki, BASIC'i kendi kendime öğrendim ben zaten. Sonra BASIC'te bir şeyler yazmaya başladık. Yani oyunlar yazıyorduk. Aslında yazdığımız oyunlar da Atari 2600'dekilerin kopyalarıydı. Onların kopyalarını yazmaya çalışıyorduk. Yani paraşütle indirme oyunu, ne bileyim, Pacman'i falan yazmaya çalışıyorduk. Bazılarını yazabiliyorduk, bazılarını yazamıyorduk tabii. Ondan sonra ben Spectrum'da oyunlar satmaya başladım. Hey dergisinde reklam vermiştim. O dönemde birçok insan bana yazıp Spectrum oyunları satın almak istedi. Spectrum oyunu satabilmek de aslında şöyle oldu: Kartuşla kopyalanıyordu oyunlar. Bir gün ben oyun satın aldığım zaman dedim, "Ulan bunlar teyp kaseti!" Teybe koyduğun zaman dinliyorsun, bir ses çıkıyor. O zaman, "Ben bunu ikili teybe koyduğum zaman yan taraftaki kasete kopyalar mı?" diye düşündüm ve bir gün bir tanesini başka bir müzik kasetine kopyaladım. Kopyaladığımı Spectrum'a yükleyince çalıştığını gördüm. "Ulan," dedim, "kartuşa bilmemneye gerek yok, kaset bu!" Ve bu şekilde çoğaltarak paket kasetler yapmaya başladım. Hey dergisine ilan verdim, dolu insan yazdı bana oyun almak için. Sonra Mehmet Ali Şahin (Malice) benden oyun satın aldı. Ve "BASIC biliyor musun, bilmemne yapıyor musun, ben oyun yazıyorum," falan diyerek biz Mehmet Ali Şahin'le yazışmaya başladık.

Vigo: Burada bir şey diyeceğim. O dönemin çok süper bir olayı vardı: Bilgisayarı olanlar, hangi bilgisayar olursa olsun birbirlerine şöyle bir soru sorabiliyorlardı: "BASIC biliyor musun?" Yani insanlar bilgisayarı açtıkları zaman bilgisayarda bir şey yapabilme şansları vardı. Bugün hiç duyabilir misin böyle bir şeyi? Bugün herkesin evinde bilgisayar var ama, o dönem biri kazara sana 'bilgisayarım var' dediğinde, "Aaa benim de var, ne yapıyorsun, BASIC biliyor musun?" diye sorardın. Kimse birbirine, kalkıp da, "Call of Duty'i oynadın mı?" diye sormuyordu mesela. Bilgisayarı olan iki kişi varsa hemen kreatif bir muhabbet başlıyordu yani...

Turbo: Evet. Ondan sonra bilgi alışverişinde bulunduk. Mehmet Ali'yle ilk tanıştığımızda o İzmir'deydi. Okuldaydı, ama aslında Ankaralı'ydı. Sonra okulunu bırakıp İzmir'den Ankara'ya geçti, orada bir okulu kazandı. Biz onunla devamlı mektuplaşıyorduk. Mektupla rutinler gönderiyorduk birbirimize. Yani yaratık takip etme rutini yazdım bilmemkaç satır; veya bir kod yazmış, labirent oluşturuyor, duvarlardan geçmiyor. Ben bir şey yapıyorum, kasete çekip ona gönderiyorum, o üstüne bir şey ekleyip bana gönderiyor... Mehmet Ali sayesinde, yazdığımız BASIC programlarını compile edebilir hale geldik. Mehmet Ali'nin machine code bilgisi de vardı. Bana ufak ufak machine code göstermeye başlamıştı. Yazdığımız BASIC rutinlerin içine machine code'larla daha hızlandırılmış rutinler ekleyip biz bayağı ciddi oyunlar yapmaya başladık. Bayağı satılabilecek kalitede Spectrum oyunlarıydı bunlar. Robot Room yapmıştık mesela, Traps of Volcano diye bir oyun yapmıştık. Hep labirent oyunları bunlar tabii. Sonra 1987'de ben Commodore 128'i gördüm. Onun müzikleri daha bir güzel böyle. Daha iyi bir bilgisayar olduğunu gördükten sonra uzunca bir süre, "128 alacağım ben," dedim - sanki 64'ten farklıymış gibi 128'e takmıştım. Sonra 1987'de Commodore Show'a gittiğim zaman orada Amiga'yı gördüm. Babama söyleyince gidip bana Amiga'yı satın aldı. Ondan sonra Amiga'ya geçmiş oldum.

Mehmet Ali Şahin'le yaptığınız bu çalışmalar Microstate grubu adı altında oluyor, değil mi?

Turbo: Evet. Yani bilgisayar grubu değildi aslında o. Demo grubu gibi bir grup değildi; yazılım grubuydu. Public domain game yazmaya çalışıyorduk.

Ondan sonra bir de Backyard Brothers var galiba...

Turbo: O yıllar sonra. O çok sonra. Zombie Boys'un son döneminde...

Vigo: Hatta burada ben bir araya gireyim. Şöyle bir şey oldu: Malice, Zombie Boys'ta grafiker rolündeydi. Sürekli olarak hem font dizayn ediyor, hem de grafik çiziyordu. Tabii her grafikerin olduğu gibi Malice'in de hayali, oturup konsept grafikler hazırlıyor, birisi de oturup kodlayacak. Adam bütün demonun layout'larını, bilmemnelerini hazırlamış, geriye de programlama tarafı kalıyor. E coder'lar da genelde tembel olduğu için bir şekilde finalize olamıyor olay ve Malice'in yaptığı tonlarca grafikler, logolar var. Malice'in de aslında background'unda programcılığa yatkınlık olduğu için, Malice'de, "Ulan Allah sizi kahretsin. Ben kendim yapayım bari, size muhtaç olmayayım," şeyi vardı. Ankara'ya gittiğimizde bir gece Ghost, Malice'le beraber otururken grafik ekranı nasıl açılır, ekrana grafik nasıl basılır gibi şeyler gösterdi. Onu gösterdikten birkaç gün sonra Malice oyun yapmaya başlamıştı. Backyard Brothers o şekilde kuruldu. Zaten Malice önce introlar yapmaya başladı. İntrolardan sonra şunlar bunlar derken Malice bayağı bir iletletti kendisini. Yani Malice'in bir tetiklenme ihtiyacı vardı. Ghost o ihtiyacı sağladı.

Turbo: Backyard Brothers'ın kurulmasının amacı şuydu: Aslında benim her zaman Zombie Boys'ta da, aslında Zombie Boys'u bu amaçla kurmadım ama Zombie Boys diye bir şey kurdum ve yetenekli insanlar toplanmaya başlayınca, hayalim hep bir software house haline dönmekti; oyunlar yapmaktı. Zaten biz bu işi profesyonel olarak yapalım diye girişimlerimiz de oldu. Amiga Dünyası döneminde 'Kıbrıs Harekâtı' diye bir oyun yaptık.

Hiç bilmiyorum...

Turbo: Çıkmadı çünkü oyun (gülüyor)! Yani şöyle bir şey oldu: Aslında biz shoot'em up yaptık, ama o zaman Sinan Abi, "Sadece oyun satmak hani tamam bir şey ama şöyle bir şey yapalım: Oyunu babalara satın aldıralım. Çünkü para babalarda. Çocuklara oyun satın alsınlar. Shoot'em up'ı biz yararlı bir hale getirelim," dedi, "bu, tarih olsun." Bizim tarihimizde de Vietnam Savaşı yok, Kıbrıs Harekâtı var. Dedik, "O zaman biz shoot'em up'ı helikopter yapalım. Denizde başlasın, birinci level'ı geçtikten sonra Kıbrıs Harekâtı hakkında bilgi verelim, ondan sonra limana gelsin, orada düşmanları patlatsın, karada gitsin," falan diyerekten böyle bir geyik senaryoyla biz bunu Kıbrıs Harekâtı'na çevirdik. Hürriyet'in arşivine gittim; Kıbrıs Savaşı dönemindeki gazetelerin fotokopilerini çektirdim. Bayağı bir araştırma yapıp yazılar da yazdık hatta, şöyle oldu, böyle oldu diye. Biz oyuna başlamıştık, velhasıl geriye döndüğümüzde (Malice'le bizim Spectrum'dan kalma bir oyun yazma merakımız zaten vardı) dedik ki, "Biz Zombie Boys adı altında oyun yapamayız çünkü oyun kırıp dağıttığımız var, bilmemne var." Korsan grubuyuz yani biz. Onun için "Böyle bir şey yapalım biz, çünkü grupta oyun yapmak isteyen-istemeyen insanlar da var. Böyle bir kolumuz olsun bizim. Tutturabilirsek bu şekilde de devam edelim," diyerek kurduk biz Backyard Brothers grubunu. Oradaki komik olan şey de şu: Backyard Brothers, 'arkabahçe kardeşleri' demek. Yani 'Zombie Boys'un arkabahçesinde bir şeyler var' gibi bir göndermesi vardı.

Vigo: Yani Zombie Boys 'dark side', Backyard Brothers 'light side' gibi...

Turbo: Evet. Zaten Backyard Brothers'ın yaptığı oyunlarda, dikkat edersen, iki tane yaramaz çocuk vardır. Şapkaları ters, ellerinde sopalar var böyle falan filan... Ve Mehmet Ali'nin kodladığı ve benim de grafiklerini yaptığım birçok bilgisayar oyunu Aminet'e girdi. Aminet'in CD'leri çıktı sonra. O CD'lerde vardı. O CD'ler bize de gönderildi. O dönemin Commodore User dergilerinde, public domain oyun satan şirketlerin reklamlarında bile bizim Backyard Brothers'ın ismi geçiyordu. Backyard Brothers böyle bir şeydi aslında. Zombie Boys'a tam bağlantılı bir şey değildi. Aslında bağlantılıydı, ama değil görünümündeydi.

Vigo: Aslında şöyle bir şey de var: Sen, "Demo grubu kurmak nerden aklınıza geldi?" demiştin. Amaç demo grubu kurmak değildi. Herkesin bilgisayarı var. Bilgisayarıyla bir şeyler yapabilmeyi keşfediyor ve bir şeyler yaparken de içeriden gelen bir his de kurumsal bir kimlik edinme şeyi. Ondan sonra da, [Turbo'nun da] dediği gibi yetenekli insanları bir araya getirerekten, bizim aslında amacımız hep şuydu: Biz büyüdüğümüzde, şu anki yaşlarımıza geldiğimizde bir software şirketimiz olsun. Biz oyun yapan adamlar olmak istiyorduk. O noktayı hayal ederken bir anda kendimizi demoscene'in (ki asıl adı scene'dir, son 10 yılda bunun adı demoscene haline geldi - daha doğrusu scene işin karanlık tarafı, demoscene de işin daha sanatsal ve popüler tarafı gibi oldu) içinde bulduk. Bu da nasıl oldu? Commodore'la, Amiga'yla swap olayları başlayınca, demo diye bir şey var, intro diye bir şey var, bunu yapan 'grup' diye bir kavram var, grupta da herkesin bir görevi var, en önemli ihtiyaç da grafik, müzik ve kod. Ondan sonra bakıyorsun ki, bunun promosyon işlerini, halkla ilişkilerini yürütecek adamlar lazım, swapper'lar lazım. Dergi çıkartıyorsun, dergi çıkarttığın zaman dergiye editörler lazım, dergiyle uğraşacak insanlar lazım. Zaman değişiyor, BBS modem çıkıyor, BBS modem networking'ten anlayan adamlar işin içine giriyor falan... Böyle dallanıp budaklanıyor ve bir noktada sen bir grup haline gelmiş bulunuyorsun. Bunu aslında çok da isteyerek yapmıyorsun.

Turbo: Şöyle bir şey de var mesela: O dönemde başka hiçbir şey yapmadan bilgisayarda zaman geçirip, hayatını bilgisayarda geçirmek zorundasın ve yurtdışıyla yazıştığın için sana game'ler geliyor. Para kazanmak da zorundasın, harçlığını çıkatmak zorundasın. O gelen oyunları dükkanlara satıp, otomatikman korsanlığa başlıyorsun. Biz, mesela, o dönemde paralar kazandık ama komik paralar aslında. Yani sadece benim o gün 'Bakırköy'den Kadıköy'e gidip yemek yeme param' gibi. Ya da ben Bakırköy'de oyunları satıyordum, Vigo Bostancı'dan yola çıkıyordu Kadıköy'e kadar, o Suadiye'de orada burada satıyordu. Biz ikimiz Kadıköy'de buluştuğumuz zaman cebimizdeki parayla yemek yiyorduk, belki sinemaya gidiyorduk, birkaç dergi satın alıyorduk. Döndüğümüzde o para bitmiş oluyordu. Şu günün parasıyla 100 milyon bile değil belki. Herkes zannediyor ki, biz o oyunları dağıttık, acayip paralar kazandık. Hayır, dükkanlar para kazanıyordu...

Vigo: Bir de acayip bir şey daha vardı, bugün anlıyoruz aslında. Bizim yaptığımız iş ne? Bilgisayar dükkanlarına, yani işi yazılım satmak olan yerlere biz illegal olarak bir şey temin ediyoruz. Şimdi aslında burada şöyle bir durum var: Biz çocuğuz. Yaptığımız işin telifsel, etik tarafından bizim haberimiz yok. Bilmiyoruz ve zaten orjinal oyun satılmadığı için, memlekette öyle bir kavram da yok. Mesela bugün şunu anlarsın: Her tarafta music shop'lar var, filmler, DVD'ler şunlar bunlar satılıyor. İllegal bir şey yapıp korsancıdan alırsan, alan da suçlu satan da suçlu. Ama o zaman bilgisayarcılar tonlarca korsan oyun alıyor. O bilgisayarcılar neye güvenerek o dükkanları açtılar? Gruplara güvenerek açtılar o zaman. Çünkü adamın bir dükkanı var, işi yazılım satmak, ama satacak yazılımı yok elinde! Ne orjinal, ne bir şey. Adamlar bizim gibi gruplara kıçını dayayarak senelerce ekmek yedi. Bunların yaptıkları hem etik açıdan, hem dini açıdan, hem manevi açıdan bin kat daha saçma bir şey yani. Öyle değil mi? Bugün köşebaşında korsan CD satan adamlardan hiçbir farkları yok yani. Ve işin acı veren tarafı da, ne maliyecisi ne bilmemnecisi çıkıp bunlara bir şey demedi.

Turbo: Yani kimse kalkıp da, "Sen bu kadar para kazanıyorsun, vergi veriyorsun, ama bu satın aldığın malı kimden satın aldın?" diye sormadı.

Vigo: Bir şeyi merak ediyorum: Senin bir dükkanın vardır. Sen dükkanında bir ürün satacağın zaman gidersin, bir mal girişi gösterirsin, ona göre de gider gösterirsin falan... Adamlar girdi olarak ne sokuyorlardı, sattıklarına nasıl işlem yapıyorlardı? Bunu hep merak ettim. "Sıfır zarar ettik," mi diyorlardı, ne diyorlardı?

Turbo: Şu kadar komik aslında iş: Yani sokak başında dükkan açıp mal satan yer vardı, ama Galleria gibi o dönemin belki Kanyon'u, Akmerkez'i sayılabilen bir yerde, o kadar büyük bir alışveriş merkezinde dükkan açıp, (Kanyon'da bir dükkan açıp korsan game, CD, film sattığını düşün) bu şekildeydi yani olaylar...

İsterseniz konuya dönelim. Microstate'ten sonra 1987-88 gibi Zombie Boys'a giden yolu, grubun kuruluşunu anlatabilir misiniz?

Turbo: Microstate'ten sonra şöyle oldu: Miko vardı. Miko benim ortaokuldan arkadaşımdı; Berlin'den gelmişti. O dönem onda C128 vardı, bende Spectrum vardı. Biz o dönemlerde Beastie Boys diye bir rap grubu vardı, onu dinliyorduk ve felaket derecede zombi filmi hastasıydık! Ondan sonra biz, "Ne yapalım, ne yapalım?" derken, Zombie Boys ismi buradan geldi aslında. Zombie Boys'un özel bir şeyi yok yani. Yani, "Zombileri seviyoruz, Beastie Boys seviyoruz, hadi birleştirelim, Zombie Boys diyelim," dedik. İlk başta bizim yaptığımız şeyler, Commodore 128'de, programların içine girip ismimizi yazmaya çalışmak, bilmemne yapmak gibi şeylerdi. Sonradan Amiga'yı satın aldıktan sonra olay biraz daha değişmeye başladı. Yani artık programları kopyalamak için bir DiskCopy lazım, bazılarının copy protection'ını var, çalışmıyor, garip şekilde kopya programları bulmam lazım, falan... Ondan sonra Move ile tanıştık. Ben o dönemde swap yapmaya başlamıştım ve bana source code disketleri geliyordu. Move, C biliyordu. C dilinde yazıyordu, machine code'a geçmek istiyordu ama kaynak bulamıyordu. Bilgisayarcıda tanıştık onunla - Sorbim'de. Dedi, "Ben makine dili bilmek istiyorum." "Aaa," dedim, "bende kaynaklar var." Ooo, bilmemne falan... Öyle tanıştık onunla. Ben ona kaynak disketlerini verdim. Bir hafta sonra bana bir şeyler gösterdi. Ve komik tarafı, o dönemde Move, bilgisayar oyunlarının başındaki introları içinden çıkartıp, kendisi paketler yapıyordu. Yani kendisi özel intro pack'ler yapıyordu, ama bilmeden. Yani sadece introları beğeniyordu, topluyordu öyle. C'den kaynaklanan bir bilgisi vardı: Birleşik demoları bölmek gibi. Garip bir şekilde bazı şeyleri çözmüştü kafasında. Source code'ları bulduktan sonra, Move'un girmesiyle gruba, biz machine code'da bir şeyler yapabilir hale geldik; kendi production'larımızı yapabilir hale geldik. Bu esnaya kadar ben dünyadaki birçok büyük grupla yazışıyordum, swap yapıyordum yani. Nasıl başarıyordum bunu? Ben de bilmiyordum, ama komik!

Vigo'nun Zombie Boys'a katılmasını soracağım ama ondan önce, Vigo, bu noktaya kadarki scene hayatından biraz bahseder misin?

Vigo: Benim scene hayatına girmem, gerçek bir scene grubuyla tanışmam şöyle oldu: Bizim mahallede bir arkadaşla kendi komik bir grubumuz vardı. Onun Spectrum'u vardı, bende de Commodore 16 vardı. Biz de yine o kurumsal kimlik içgüdüsüyle 'kendi aramızda bir grup oluşturalım' diye saçma sapan bir grubumuz vardı ama grup olarak ne yapıyorduk? Oyun yapıyorduk. Misket oyunu yaptık galiba. Mahallede oynanan misket oyununu bilgisayarda yaptık, BASIC'te. O Sinclair'de yapıyor, ben Commodore 16'da yapıyorum. Benim Commodore 16'nın hafızası bitti. Commodore 16'nın 12 KB'lık BASIC hafızası vardır. Oyunu bitiremeden hafıza bitti. BASIC yazamıyorum çünkü doldu, bilmemkaç bin satır olmuş... Oyunun başında seçiyorsun, hangi mahallede oynayacaksın, kimlerle oynayacaksın... Görüntülü, ASCII karakterleriyle falan. Sonra 1989'da lise sondaydım ben, Commodore 64 sahibi oldum - ama Commodore 64'ü çok bilinçli olarak aldım, driver'la kartuşlarla falan... Dergileri takip ediyordum (Commodore 16'm vardı ama Commodore dergisini çıktığı ilk günden beri alıp okuyordum). Commodore 64'e geçince, oyunların başında introları görmeye başladım. O llk intro dikkatimi çekti benim. Müzikli falan, basıyorsun oyun çıkıyor. Sonra ben oyunları tek tek yükleyip başında ne introlar çıkacak diye bakmağa başladım. Bazı oyunlarda aynı introları görünce şunu anladım: Birileri bu oyunu bir şey yapmış. İngilizcem de o zaman çat pat böyle, lisede öğrenmeye çalışıyorum... Kayan yazıları falan okumaya başlıyorsun, bilmemne yapıyorsun. İlk şunu denedim, "Ulan," dedim, "bu kayan yazıların içinden ben kendi adımı yazabilir miyim?" Commodore 16'dan şöyle bir tecrübem var: Makine dili denen bir şeyden haberim var, monitör nedir biliyorum. Commodore 16'nın üzerinde reset switch vardı. Ona Run/Stop'la beraber bastığın zaman monitöre girerdi. Oradan da disassemble ya da monitör olarak bakabiliyordun. Commodore 64'te bunu nasıl yapabilirim diye, kartuş falan da var ya, reset-meset derken bir şekilde başardım. Hiç unutmuyorum, Papillion diye bir grubun bir introsu vardı. Scroll text'in içinde bir yerden bir şey bulup oraya 'UGUR' yazacağım. Bir de şu vardı tabii: Dört karakterli bir şey arıyorum, onu değiştireceğim. Kodun içerisindeki rutini falan bilmiyorum. Onun içerisinde dört karakterli bir şey bulup oraya UGUR yazdım, çalıştırmayı da başardım, bekliyorum böyle. Aşağıdan scroll text geçince adım da geçecek mi? Bekliyorum böyle, aşağıdan UGUR diye adım geçince o kadar sevinmiştim ki, annemleri falan çağırdım. Bekliyoruz geçecek diye. Böyle zırt diye geçti, "Haa iyi aferin," falan dediler, gittiler (gülüyor). Benim için o bir start noktası oldu.

Ondan sonra bizim arkadaş Amiga sahibi oldu. O zaman Commodore 64'ten, oyunların başında intro olduğunu, introları da grupların yaptığını biliyoruz. Biz kendimiz bir grup kurduk. Ben Commodore'cuyum, öbür eleman Amigacı. Bizim Hacker Boys diye bir grubumuz var. Bir gün Amiga'yı aldıktan sonra bana şöyle bir şey söyledi: "Abi, hangi oyunu taksam başından Zombie Boys diye bir grup çıkıyor." Uyuz olmuş, her şeyde Zombie Boys... "Vaay, öyle mi?" diye biz başladık, 'Fuckings to Zombie Boys' diye introlar yapıyoruz. Daha doğrusu introyu yapmıyoruz, başka var olan introları afirikliyoruz, oradaki text'leri, logoları değiştirip 'biz yaptık' hesabı dayıyoruz. Reklamın iyisi-kötüsü olmaz hesabı, bir şekilde bu Tunçlar'ın kulağına gitmiş... (Gülüyor)

Turbo: Bakırköy'e gittiğimiz zaman sorun yok, ama Kadıköy'e gittiğimiz zaman bazı oyunların başında 'Hacker Boys - Fuckings to Zombie Boys' yazılarını görüyoruz. Biz de çocuğuz ve kalabalığız da yani, çete gibiyiz. "Ulan bu Hacker Boys kim? Dövücez, öldürücez," falan diye biz delirmiş bir haldeyiz. Kimse de bilmiyor ama bunları. Hacker Boys kim yani? Belli değil. Bir gün Moda'da, Uğur Moda diye bir bilgisayarcı var. Ben oraya da oyun götürüyordum. Dedi ki, "Abi, Hacker Boys'lar buraya geldi." "Nassı ya?" falan...

Vigo: O arada da kendi çapımızda ün yapmaya çalışıyoruz. İşte, oyun dağıtacağız, bilmemne yapacağız falan...

Turbo: "Bir tanesi sana acayip benziyor," dedi. "Hatta bir disketleri burada kaldı, al senin olsun," diye vermişti bize disketi. "Ulan, bana benziyormuş... Allah allah..." Bu, böyle kaldı. Ama biz bir tane tipi tespit ettik (gülüyor). Bana benzeyen bir herif!

Vigo: Ben de aynı şekilde, Zombie Boys'u falan görmemişim, bana da diyorlar ki, "Başında bir herif var, aynı sana benziyor." Yani iki tane şişman, gözlüklü, birbirine benzeyen tip - konsept bu! Ondan sonra şöyle bir şey oldu: Bizim bir grafiker, müzikçi bir arkadaşımız var, Nighthawk diye (Şimdiki Max). Nighthawk, biz yeni prodüksiyonlara, yeni introlara doğru hayaller, projeler falan yaparken, bir gün geldi, "Abi ben Zombie Boys'a katıldım," dedi. "Nasıl yaparsın ya böyle bir şeyi?" dedik. "Sen ne yapıyorsun? Niye böyle bir şey yaptın? Yaktın bizi," falan... O zamanlardan işi biliyormuş. Bizim bir olayımız yok. Amiga'da da bir olayımız yok, doğru dürüst swap diye bir şeye başlamamışız. "Olsun," dedi, "ben onlardan program filan da temin ederim. Size de veririm." Ama bizi çok derinden yaraladı. Neyse, bizim öteki member var, Mecidiyeköy'de oturuyor, Aytaç Bilgisayar'ın orada...

Turbo: Ona gelmeden önce: Move, Bakırköy'de Sorbim'de çalışıyor. Move, Bakırköy'den çıkıp Mecidiyeköy'de Aytaç Bilgisayar diye bir yere girdi. Bir binada Aytaç Bilgisayar, PC de satıyor bunlar. Birinci katta, yani merdivenlerden çıktıktan sonraki ilk katta sadece Amiga bölümü var, oyun çekiliyor. İkinci kat da PC. Biz o birinci katı üs gibi kullanıyoruz. Yani Move orada çalıştığı için oraya biz oyunları götürüyoruz. Zaten Aytaç'ın da işine geliyor bu tür şeyler, hatta piyasaya dağılmamış şeyler de oraya geliyor. Biz de takılıyoruz orada. Yani orası tam anlamıyla 'Zombilerin Kafeteryası.' Bütün gün oradayız. Bizim gruptaysa birisi, gelip kopyalayabiliyor istediği kadar, yani, "Şunu sana vermeyiz," falan diye bir şey yok. Gruba üye olmanın en baba olayı da odur yani. Bütün her şeye sahip olursun.

Vigo: Ondan sonra, Tolga bir gün dedi ki, "Ben Aytaç'a gidiyorum." "Niye gidiyorsun?" dedik. "Zombie Boys'la tanışacağım, çağırdılar," dedi. "Ben de geliyorum," dedim. "Oğlum," dedi, "Bak, gelme." "Niye?" dedim. "Şimdi bütün herifler ordadır. Bir vukuat olur, bir şey olur, niye geliyorsun?" falan... "Olsun oğlum," dedim, "ben gelicem. Mecidiyeköy bizim mekan." O zaman Reha'yı (Evilman) aradım, "Oğlum," dedim, "ben Zombie Boys'un mekanına gidiyorum. Hani bir şey olursa..." "Tamam abi, Mecidiyeköy bizim mekan. Basarız, yakarız!" falan. Tolga'yla gittik beraber Aytaç'a. Ulan içeriye bir girdim, "Hassiktir!" dedim, "Adam harbiden aynı bana benziyormuş!" Yani görür görmez. Muhtemelen o da beni gördüğünde, "Tamam," demiştir, "bu herif o." İhtimal yok, kesin yani. Bir girdik böyle, tipler mipler...

Turbo: Ama doluyuz biz içeride, hayvan gibi kalabalığız!

Vigo: Girdik, Tolga gitti bunlarla konuşuyor. Ben de kenarda dergilere falan göz atıyorum, ama bakıyorum böyle, o kim bu kim falan. Bir an bir sessizlik oldu. Tunç'un arkası dönüktü. Şöyle bana doğru döndü, "Sen," dedi, "niye bizim gruba küfrediyorsun?" (gülüşmeler) Ama Tolga falan hiçbir şey demedi o an. O kadar emin ki ben olduğumdan. Ben de, "Ben küfretmiyorum," dedim, "bizim Amigacı arkadaş var o yazıyor," dedim (gülüşmeler). Hemen iyi polis-kötü polis'e bağlamışım orada. Ondan sonra Jason (şimdiki Spaztica) fırladı, "Olur mu!" falan diye. Böyle dayı dayı konuşuyor, saçlar upuzun, metalci falan. Yani öyle bir heyecanlandı ki bu, Tunç, "Dur Cem, sakin ol," falan dedi. Böyle saçma sapan bir durum oldu ama bir kavga falan olmadı. 

Turbo: Yakışık da almazdı zaten. Biz orada kaç kişiyiz, bu tek başına gelmiş...

Vigo: İşte böyle bir rastlaşmamız oldu. Yani ilk kontakt bu şekilde oldu. Bir de biraz tırsma oldu o zaman. O günden sonra biz fazla küfür müfür falan yazmadık. Hep de dükkanlarda karşılaşma tribimiz de var. Ama bu arada biz de için için Zombie Boys'a saygı duyuyoruz yani: "Vay, baba herifler," diye bir heyecan yapıyoruz. Erman'a takılıyorlar diye duyuyoruz. Sonra, aradan zaman geçti... Ben bir şekilde Commodore 64'te tonlarca intro-maker buldum. Hepsi de Comrade diye bir grubun, ama iki-üç disket boyunca intro-maker. Aynı herif Flamingo Computer'a bir şeyler yapmış... "Birisi Commodore 64'te bunları yapmış. Kimdir bu herif? Kimdir bu herif?" derken, bir gün Kadıköy'de Erman Amiga House'da... Erman'da Zombie Boys member'ları varmış: Crockett, Cayser Boy...

Turbo: Crockett, Mephisto'larla Comrade grubundaydı. Mephisto'lar [Zombie Boys'a] o şekilde girdiler. Yani Crockett'i biz Metro Boys'da diye gruba aldık. O sonra dedi ki, "Bizim Comrade diye ufak bir oluşum var. Orda çocuklar var, iyiler," falan, o referansı verince öyle aldık.

Vigo: Bizim amacımız o Zombie Boys member'larını görmek, onlarla muhabbet edip, tanışıp, arkadaş olmak. Mesela bir efsane var: Cayser Boy, bozuk Amigaları elleriyle hissediyor, tamir ediyor diye. Mevzu şu: Amiga'nın yanabilecek iki-üç tane parçası var. Amiga yanmışsa adaptörü bağlıyor, açıyor, en sıcak parça hangisiyse, "Tamam, bu," diyor, değiştiriyor herif. Ama bu bir efsaneye dönüşmüş, "aaabi adam Amiga'yı elliyo, anlıyo," diye. Neyse, biz bir gün yine Zombie Boys'u göreceğiz hayaliyle Erman'da takılırken, içeri birileri geldi. Konuşuyorlar falan... Bir ara bir 'Zombie Boys' bir şey dediler, "Siz Zombie Boys'tan mısınız?" dedim ben herife, "Evet," dedi, "Aaa, kimsiniz?" dedim, "Ben Mephisto," dedi. "Comrade'den Mephisto mu?" dedim. "Evet," dedi, "eskiden Comrade'deydim," falan... "Yahu, ben aylardır seni arıyorum," dedim introlar-mintrolar falan... "Haa öyle mi? İyi, tanışalım, bir gün görüşelim," dedi. Bir dükkanda çalışıyordum, ertesi gün o dükkana davet ettim buluşalım diye. Ulan, o gün bitmeden biz o dükkanla papaz olduk. Ertesi gün de bizim o dükkanla bir alakamız kalmadı! Sonra, aradan bir sene geçti. Bir sene sonra ben üniversite sınavını kazandım, Yıldız kimya mühendisliğine gidiyorum. Otobüsle okula gidiyorum, geliyorum falan... Bir gün otobüsle eve dönüyorum, bir baktım: Mephisto! Otobüste duruyor! "Aaa, naber?" falan dedim, iyiyim miyiyim falan... "Hayırdır," dedim, "ne yapıyorsun?" "Eve gidiyorum," dedi, "Okuldan geliyorum." "Hangi okul?" dedi. "Yıldız Üniversitesi," dedim. "Aaa öyle mi? Kaçıncı sınıftasın?" dedi. "Birinci sınıftayım," dedim, üniversiteye yeni girmişim. "Ben de ikinci sınıftayım," dedi, "Fizikteyim." Fizik de bizim yan kapıdır yani. Kimya-Fizik yan yana. "Aaa süper müper," falan... Bu arada bir de şu var: O aradan geçen bir sene içerisinde ben Joker Crew'a girmişim, hayvanlar gibi swapper olmuşum, hayvanlar gibi oyun kırıyorum, bilmemne yapıyorum... Böyle, baba bir şekilde dalmışım scene olaylarına. Ondan sonra muhabetter falan oluyor ve o gecenin akşamı Mephisto, Tunç'a telefon açıyor... Sen anlatsana...

Turbo: Telefon açtı bana, dedi, "Joker Crew'dan birisi var."

Vigo: Bir de, bir parantez daha: Orada, "En son ne geldi sana?" diyor. Ben, "En son Battle Chess 2 geldi," diyorum. Batlle Chess 2 Amiga'da yeni çıkmış, Commodore 64'te çıktığı gibi gelmiş bana. Bu, böyle, çaktırmıyor bana, "Haa, bende de şu var," falan diyor, ama biliyorum ondaki stuff'lar eski...

Turbo: Aslında normalde bizim buna seviyeli yaklaşmamız lazım, ama Mephisto açtı, "Abi," dedi, "adam Joker Crew'da. Herifte Battle Chess 2 var!" falan... Joker Crew, Commodore 64'te çok iyi gruptu. Bizim Commodore 64'te şeyimiz yoktu o kadar. Mephisto'lar vardı ama faal değildi o kadar. Biz, "Commodore da olsun," hesabı takılıyorduk. İşte Mephisto, "Adamda acayip oyun var. Gruba alalım, adamın acayip kontaktları var," falan deyince, "İyi," dedik, "madem o kadar çok istiyorsun, kafalayalım, gruba alalım. Desen Bilgisayar'a gelsin..." Desen Bilgisayar diye bir yer var Şişli'de. Orada bizim elemanlar çalışıyordu. Bizim bütün hayatımız o bilgisayarcıdan çık, o bilgisayarcıya gir, orada oyunları sat, oraya git, falan... O zaman çağırdık Pilavcı Pasajı diye bir yere. Pilavcı Pasajı'nı sen anlat (gülüyor)...

Vigo: Beraber Mephisto'yla bayağı bir muhabbetimiz olmuştu. Otostop çekip Kızıltoprak'tan okula gidiyoruz, falan... Bir gün okulda buluştuk. Sabah dedi ki bana, "Abi sabah Şişli'de bir yer var, oraya gidelim." "Ne var orada?" dedim. "Abi," dedi, "ben her sabah, severim, pilav yerim. Pilavcı Pasajı var, Pilavcı Pasajı'na gideriz," dedi. Duyunca, "Aaa süper lan! Ben de yerim," dedim. Sabahın sekiz buçuğunda pilav yerim yani, olabilir. Herifi de tam tanımıyorum yani. Yeni tanıştığım bir adam, geliyor, "Ben sabahları pilav yerim," diyor. "Tamam usta," dedim, "uyar bana, ben de yerim." Yürüdük, yürüdük, yürüdük...Ulan, bir geldik böyle, Osmanbey'in göbeğinde Pilavcı Pasajı diye bir yer. "Ulan ne güzel," diyorum, "herhalde pasajın içi full pilavcı! Ulan ne değişik lezzetlerle yaşıyoruz," filan... Bir girdik... Bildiğin pasaj! Kuyumcular, bilmemneler... "Üst kata çıkıcaz. Benim adamım yukarda," dedi. 'Bilmemne Abi' falan diyor böyle... "İyi," dedim. Ulan bir çıktık, üst katta bilgisayarcı var. Desen Bilgisayar diye bir yer. Bir girdik içeri, Zombie Boys, bir sürü adam çıktı falan... "Ulan," dedim, "tufaya mı getirildim?" falan... "Herhalde," dedim, "şimdi burada bir şey olacak..."

Turbo: Ama biz de orada teşkilat kurduk. Hani bu gelecek, kafalayacağız, gruba alacağız...

Vigo: Tabii, iyi bir şey anlamında. Orada böyle samimi muhabbetler falan oldu. Ondan sonra şöyle bir şey oldu: Bir gün yine Mephisto'yla beraber geldim ben Aytaç Bilgisayar'a. Artık Tunç'la bir merhabamız var, bir muhabbet durumumuz var. Girdik, oturuyoruz. Naber-maber falan... Jason yine böyle dayı-mayı tavırları yapıyor. Öte yandan Move da şey diyor, "Ya beyler, porno var mı?" filan. Kimse herifi sallamıyor (gülüyor). Ben de, tabii, çok profesyonel adamım, "Abi," dedim, "bende var, ben sana getireyim." "Ne diyorsun sen yaa!" falan dedi. "Abi," dedim, "bende dolu Beta var. Sana getiririm." "Vay, benim kardeşim!" dedi, "Bak, getir, ben de sana assembler gösteririm." "Tamam abi," dedim, "bir önemi yok. Hani, işin görülsün hesabı..." Move'a pornoları verince, ben Move'un bir numaralı adamı oldum! Move dediğin adam da, o an için Türkiye'de Amiga için kod yazabilen tek adam. Ben onun baş adamı oldum böyle. Bu adamlar da [Zombie Boys da] şaşırdı, çünkü herif acayip asosyal, hiç kimseyle konuşmayan, bilgisayarın başından en fazla çişi gelirse ayrılan bir tip. Ben bir gidiyorum, "Vay! Kardeşim gelmiş!" falan...  Ben buna götürüyorum, "Abi, yeni filmler geldi!" falan... Sonra bir gün Mephisto'ların evinde buluştuk. Muhabbet oldu, çok güldük, çok iyi arkadaş olduk falan... Birkaç gün sonra yine Aytaç'ta buluştuk bir şey için, yine Jason geldi. "Ulan," dedim, "bu yine bir şey diyecek şimdi." Tunç'la bayağı samimi muhabbetimiz olunca da, dedim, "Şimdi bu herif ters bir şey söylese, ben bu herifi dövsem, Tunç'a ayıp olacak," falan... Tam bir şey diyecek gibi oldu, (O zaman Acid house falan dinliyordu. Bodrum'a gitmiş, Acid'çi olmuş) çıkarttı kulaklığı, "Abi, biz senle barışmışız ya!" dedi. "Hay senin cibiliyetini..." dedim, "Eyvallah!"

Ondan sonra Zombie Boys'la benim arkadaş olma durumum oldu. O esnada şöyle bir şey var: Turgay Abi [Compushop Turgay, Joker Crew'un kurucusu] çok enteresan adamdı. Aslında o da iyi bir founder'dı... Almanya'da yaşamış, Almancı yani, Türkiye'ye gelmiş, Commodore'la Almanya'da tanışmış ve scene'i biliyor Almanya'dan. Burada herif hayvan gibi swap yapıyor herkesle. O zaman Amiga 1000 filan var adamda - kimsede 1000 yok! Adama hayvan gibi Amiga stuff geliyor, Commodore stuff geliyor. Ne utility'ler! Ne tool'lar! Hayatımda görmediğim alev alev tool'lar yani, süper şeyler... Ama adam hep Türk scene'ini kontrol etmek istiyor. Herif bizim Türkleri Avrupa'yla fazla muhatap etmek istemiyor. Yani herif o zaman görmüş olayı. Gruplar öyle hemen milletle kontağa geçmesin, bugünkü Torrent gibi herkeste her şey olmasın... Herif konservatif bir durum içerisindeydi. O zaman TNF'77, Cobra Boys falan vardı. Onlar, stuff gönderecekleri zaman Turgay Abi'den onay alırlardı. Hazırladıklar disketlere Turgay Abi bakardı, 'hangi stuff'lar iyi' diye. O bir nevi bizim büyük abimiz gibiydi. Ondan habersiz bir şey yoktu. Sonra, biz Mephisto'yla bayağı kanka olunca, (devamlı en büyük olayımız da, diskmag gelsin, diskmag'deki adreslere yazalım) "Bizim bir şekilde Turkish Scene'le ilgili bir şeyler yazıp, göndermemiz lazım," dedik. Ben bir gün Turgay'dan habersiz, oturdum, öküz gibi Turkish Scene Report yazdım ve bu yazı zamanın top dergisi Mamba'da çıktı! Mamba'da çıkınca Turgay benim ağzıma sıçtı, "Sen bana sormadan nasıl böyle bir şey yaparsın?" diye! O günlerde de benim moralim biraz bozuktu. Tunç, "Hocam ne oldu, durgunsun?" deyince, dedim, "Böyle böyle oldu, biraz kafam bozuldu," diye. "Ayıp ediyorsun kardeşim," dedi, "gel Zombie Boys'a!" Öyle bir şey yaptı ki, hani bir çocuk babasıyla problemli olur, sonra kayınpederine gider... "Boşver, gel bizimle takıl," deyince, ben ismini değiştirerekten (Ventor'dan Vigo'ya geçerek) Zombie Boys'a katıldım.

Abazomania'nın ünlü son ekranı (1990)

Zombie Boys'tayken ürettiğiniz demolardan bahsedebilir misiniz? Abazomania, Midnite Movie gibi...

Vigo: Grup, Commodore 64 ve Amiga olarak ikiye ayrılıyor. Ben o zaman Zombie Boys'un Commodore 64 section'ıyla alakalıydım. Biz Mephisto ile beraber Abazomania diye bir mega demo çıkardık ama aslına bakarsan hepsi bir mega intro collection. Yani bizim oturup da multi-part loader falan yapacak zamanımız yoktu. Zaten ben Commodore 64'te o kadar da iyi bir coder da değildim. Hasbel kader bir şeyler yapabiliyordum. En büyük işim de, orada bir 4x4 scroll vardı, o da zar zor yapabildiğim bir şeydi. Zaten bütün linkleri, her şeyi Mephisto yapmıştı. Onun bir sürü release olmayan introsu vardı. Beş tane introyu arka arkaya verdik, bir tane de benim yaptığım intro vardı. Müziklerimizin hepsi bilinen introlardan... Müzikçimiz bile yoktu. Commodore 64'te müzik yapmayı bilen bir adam yoktu ki o zaman, introya bir tune yazdıralım! 64'ün popüler müziklerini bağlayaraktan bir tane mega demo çıkartık, Abazomania diye. Adı da 'mega demo!' Bunu bir dağıttık abi, Abazomania'yı dağıttıktan sonra benim o güne kadar 10-20 kontağım varsa...

Turbo: Ben şunu hatırlıyorum: Abazomania'yı dağıttıktan sonra o kadar çok mektup geliyordu ki, posta kutusuna sığmıyordu!

Vigo: Arıyorlardı, telefon açıyorlardı. Posta kutusuna koyamıyordu herif. Mesela kutuyu alıyorsun, "Bir dakika," diyor, yanında bir de torba veriyor! Yani Mephisto'nun 150 kontağı oldu, benim de 80-90 tane kontağım oldu ama yağmur gibi yağıyor abi, yağmur gibi yağıyor! Biz o zaman koptuk yani. Product, release, her bir bok cayır cayır geliyor. Bir tane basit bir şey çıkarttık, acayip bilinen bir grup haline geldik Commodore 64'te.

Ondan sonra, bizim Amiga section'unda Darklord'la Dragon diye iki tane arkadaş vardı. Bu herifler de Amigacı, coder falan... Bir gün bunlar dediler ki, "Ya beyler, bizim okulda bir tipler var, Commodore 64'çü bu herifler. Hayatlarında ne demo görmüşler, ne bir şey görmüşler, ama heriflerin Amiga'sı var, oyunların başındaki introları, oturup 64'te yapıyorlar; Amiga'da bir oyunda bir şey görüyorlar, oturup 64'te yapıyorlar. Herifler hayatlarında demo görmemiş, böyle tipler var," dedi. "Ulan, nasıl lan?" dedik. Usta, bir gittik tanıştık adamlarla, heriflerin yaptığı şeyleri görünce, Mephisto'yla sarılıp zıplıycaz mutluluktan! "Tamam abi, amına koyduk," dedik. "Bir numara biz olacağız dünya çapında." O güne kadar Commodore'da vektör diye bir şey yok. Amiga'da görüyoruz vektörü. Herifler utanmasa 3-D vektör yapacak 64'te. Adamlar demo görmemiş hayatında, abi! Mad-Master-Prince üçlüsünden bahsediyorum. Adamlar matematikçi falan... Biz, "Tamam," dedik, "Bitirdik olayı. Amına koyacağız. Dünyanın bir numaralı grubu olacağız. Bunun başka yolu yok," çünkü hiç yapılmamış şeyler var. "Tamam abi, ne yapıyoruz?" "Midnite Movie diye bir şey..." Biz hiçbir şey söylemedik. Adamlar her şeyi, A'dan Z'ye bütün senaryoyu, grafiği, müziği yaptılar. Biz de ilk defa dünyada ses getirecek bir şey çıkartacağız. Midnite Movie'de şöyle bir trick vardır: Orjinal disketinden directory aldığınız zaman, o ASCII'den ekranı silerekten animasyon gibi çıkar, directory ondan sonra açılır. "Herhalde," dedik, "bu Midnite Movie ile bütün demo chart'larında dünyada bir numaraya geleceğiz. Artık kontağımızın sayısı da ne olacak, bilmiyoruz."

Turbo: Yapılan şey, dünyada Commodore'la ilk yapılan şeylerdi.

Vigo: Biz bütün paketleri maketleri hazırladık, 300-400 tane paket gönderdik. Paket göndermek de ayrı bir sanat; stamp cheating yapıyorsun, elli tane teknik geliştiriyorsun...

Stamp cheating nedir?

Vigo: Pul yapıştırıyorsun ya paketin üzerine... Paket, diyelim Hollanda'ya, bugünün parasıyla 2 YTL'ye gidiyor. 2 YTL'lik tek bir pul yapıştıracağına, 10 ya da 25 kuruşluk bir sürü pul yapıştırıyorsun, ama 2 YTL yerine 1 YTL'lik pul yapıştırıyorsun, ama çok pul yapıştırıyorsun. Bir de o pulların üzerine özel bir madde ile...

Turbo: Onu ben anlatayım. Pulların üzerine tutkal sürüyorduk biz. Başta şeffaf bant yaptık, ama şeffaf bant parlıyordu ve kenarından açılma durumu vardı. Sonra tutkal işini bulduk - mat bir şeydi çünkü, parlamıyordu. Pulların üzerine tutkal sürüyorduk, zarfın üzerine yapıştırıyorduk, damgalanıyordu onlar, karşıda kontağa gidiyordu. Kontağa, mektubun içine 'Stamps Back' diyorduk (hatta zarfın üzerine de). O, pulları bize geri göndereceği paketin içine koyuyordu. O damgalanmış pulların üzerindeki damgayı tükürükle bile çıkartabiliyorduk. Bir daha yapıştırıp, bir daha kullanıyorduk!

Vigo: Hatta bazen, damga yolda giderken siliniyordu. Görünmez jelatinli şeffaf bantla yapınca, herif damgayı vurduktan 30 saniye sonra yok oluyordu damga! Çakılabiliyordu. Öylece bir pulla 10 kere gönderebiliyordun. Abi, gücün yetmiyor. 300 kişiyle yazışıyorsun. Pul parası yetişmiyor. En sonunda şey olmuştu: Ben postaneyi kafalamıştım, herif damga basmıyordu bizim pullara. Öyle bir kanka yapmıştım.

Turbo: Galleria'nın Printemps diye bir bölümü vardı. Giysi yeri, YKM gibi... Bizim bir tane arkadaşımız vardı orada (Black Sufi). O, oranın posta bölümünün başındaydı. Biz artık mektupları ona veriyorduk, o gönderiyordu. Özellikle de büyük paketleri. Çünkü Eminönü'nde Büyük Postane'nin önünde kovaladılar bir gün beni. Sonra birisini kafalamıştım orada, o göz yumuyordu.

Midnite Movie (1990)

Vigo: Neyse, production'ı yaptık gönderdik. 300-400 tane paket gönderdik. Sonra bekliyoruz, cevap gelecek... Ulan, bir hafta geçti bir şey gelmedi, iki hafta geçti bir şey gelmedi. Ulan, bir ay oldu... Bir kontakttan cevap gelmedi. "Allah allah," filan diyoruz. O arada birisinden bir şey gelmiş, dergi mergi çıkmış, bakıyoruz chart'larda ne oldu diye - hiçbir şey yok! Hiç kimseden cevap gelmedi.

Niye?

Vigo: Niye oldu, biliyor musun? Hiç kimse bunu hazmedemedi. Birkaç ay sonra, birkaç tane dergide iki numaraya filan koydular. Ondan sonra paso bütün dergilerde review yapıldı: 'Demo arak', 'demo çalıntı' diye. Ama hiç öyle bir şey yok. Hadise şu: Herifler en sondaki vector part'taki line çizdirme algoritması için, Elite diye bir oyun vardı, oradaki line algoritmasını kullanmışlar... Ulan line algoritması kaç tane var ki zaten? Yani line çizdirsen kaç metodla çizdirirsin? Efendim, o oradan çalıntıymış, o bilmemneymiş diye koskoca scene'in götüne bir girdi Zombie Boys'un demosu... Hiçbir kontağımız bize yazmadı bir daha, drop ettiler bizi. Abartmıyorum yani. Hiçbir tanesinden bir şey almadım. Çok moralim bozulmuştu. O bizim dandirikten Abazomania ile hayvan gibi kontakt yapmıştık, süper, dünya kalitesinde product çıkarttık ve bütün o büyük grupların içine oturdu. Hiç kimsenin yapamadığı bir şeyi bir Türk grubunun yapmasını hiç kimse hazmedemedi. Zaten ben ondan sonra Commodore 64'ü bıraktım, Amiga'ya geçtim.

Turbo: Yani Zombie Boys'ta da mesela şöyle şeyler oldu: Ben ASCII karakter collection'ı yapıyordum. O ASCII karakterlerle graffiti karakterlerini gerçekten ilk yapan adam ben oldum ve hiçbir ASCII chart'ına giremedim. Sonra benden çalan, beni taklit eden herifler birinci, ikinci oldular. Yani biz ilk yazışmaya başladığımızda bize gelen ilginç şeyleri söyleyeyim sana: -Siz orada fes takıyor musunuz? -Türkiye'de deveye mi biniyorsunuz? -Türkiye'de elektrik var mı?

Vigo: Bir dakika! Sana kaç senesinde sordular 'elektrik var mı'yı?

Turbo: Herhalde 1988 falan olması lazım...

Vigo: Aynı soruyu bana 2004'te bir daha sordular, biliyor musun? "Türkiye'de elektrik var mı? İnternete nasıl bağlanıyorsun?" diye sordular ve bunu nerede sordular, biliyor musun? Paradox'un IRC kanalında! 2004 senesinde bakıyorum demoscene-memoscene ne durumda diye. Bir şey çekmişim. Info file'ını okurken, "Aaa, ben bunun ASCII style'ını tanıyorum," dedim. Bir baktım, aşağıda H2O/Paradox yazıyor. Yahu bu herif hâlâ yapıyor mu, uğraşıyor mu, falan... O gün IRC'yi açtım (Hiç de kullanmam IRC). Bakayım, dedim, gireyim, kanalda takılıyor mu. Çünkü yeni bir product. Paradox'un kanalına girdim 'Vigo' diye. Herifler daha girdiğim anda, "Vaay, Türkiye'den birisi geldi. Bronx duruyor mu?" falan. Ben de gaza geldim, "Haa duruyor," falan diyorum. Sonra, "Sizin orada elektrik var mı? İnternete neyle bağlanıyorsunuz? 56K ile mi, 14.400'le mi bağlanıyorsunuz?" diye başladı iki-üç kişi abuk sabuk şeyler sormaya. Ben de, "Nooluyo?" falan dedim. Allahtan admin vardı. Herif bir şekilde Bronx'u falan biliyor. Herifleri kick'ledi, dedi, "Kusura bakma, böyle salaklar oluyor arada." Herife, "H2O'yu tanıyor musunuz?" falan diye sordum, "Ya altı ayda bir falan bağlanıyor, ayda yılda bir giriyor," derken caaart H2O girdi abi! Herif hakikaten altı ayda bir falan giriyormuş. Oradan ertesi sene Breakpoint'e gittik. Kontağı yakaladık yani. Nereden nereye, laf lafı açtı... Adamlara şu konuda hak veriyorum: Avrupa'da yaşayanlar, adamlar haklı olarak Türkler'den nefret ediyor. Çünkü Türkler, onlar için şu: Asalak gibi orada yaşayan, bunların karısına-kızına sarkan, devamlı kavga çıkartan, vukuat yaratan lavuk adamlar modunda. Yani orada senin benim gibi Türk yok. Ben partiye gittiğim zaman, bana inanmıyorlar, "Sen Türk değilsin," diyorlar. Bu ne yazık ki bizim bütün scene hayatımız boyunca karşımıza çıkmıştır ve mesela scene'e ve demoscene'e baktığın zaman, bizim zamanımızda çok az Türk vardır.

Turbo: Çünkü Türkler hep aptal ve bu işlerle uğraşmayan ilkel insanlar olarak düşünülüyordu. Ben o zaman öyle çok mektup aldım. "Siz hırsızların kollarını kesiyor musunuz?" falan. Sonra ballı disket göndermeler... Disketin içine bal sürülüp, drive'ı bozmak için gönderiliyordu...

Vigo: Sen stuff geldiği zaman disketi takıyorsun, "Aaa, disket bozuk," diyorsun, halbuki drive'ı bozmuş oluyorsun. Hatta sonra koyduğun her disketi de bozuyorsun.

Turbo: Disketin içine zımpara koymak falan gibi teknikler vardı...

Vigo: Disketin içinde zımpara var abi! Herif uğraşmış, koymuş. Bir takıyorsun, car car car car, kafa gidiyor...

Zombie Boys'tan Bronx'a geçişten bahsedelim biraz. İsim değişikliği niye oldu?

Zombie Boys bir arada. Duvardaki 'Zombie' yazısının altındakiler Turbo ve Vigo.

Turbo: Bizim bir tane en büyük sorunumuz vardı. Biz ismimizi duyurmak istiyorduk, ama isim Z ile başladığı için selam listelerinin sonunda çıkıyordu (Gülüşmeler). Sonra Türkiye'de Zombie Boys kontrolsüz bir biçimde öyle bir hale geldi ki, yani o kadar meşhur bir hale geldi ki, şu başıma geldi: Bir tip bana gelip, "Ben Zombie Boys'tayım," dedi. Ben de, "Nasıl yani?" dedim, "Beni gruba Turbo aldı," dedi. Bana diyor bunu, düşün yani! Yani o kadar çok zombiler duymaya başladık ki biz piyasada, "Lan, nooluyoruz?" falan olduk. Artık, "Yeter yani," olduk. O dönemde Grand 64 bir dükkan kurup, ismini Zombie Boys koyup, bize para vermeyi teklif etti.

Zombie Boys, bir sansasyon yani!

Turbo: Evet yani, acayipti. İsim marka oldu yani! Bayağı ciddi markaydı yani. Biz zaten isimden de sıkıldık, yeni bir şey yapmak lazım falan diyerekten o ismi oraya bırakıp...

Vigo: Bir de bir şey daha vardı. Logo çizerken Zombie Boys çok uzun oluyordu. Kısaltması ZB de kısa. Commodore 64'te product'ın sonuna slash yapıp grubun kısaltmasını yazarsın. Kısaltmalar genelde üç harfli olur. Biz oraya TZB - The Zombie Boys yazıyorduk, ya da ZB bazen kısa kalıyordu. Bir de Amiga'da çözünürlük bayağı yüksek ama 64'te logo yaptığın zaman Zombie Boys eşşek gibi oluyordu. Ekranın hepsi gidiyordu yani. Bir şekilde teknik açıdan da Zombie Boys'tan daha kısa bir grup adına geçme mecburiyeti doğdu. O dönemler şöyle süperdi: Biz grup halinde gezerdik, 40 kişi olarak dolaşırdık yani. 40 kişi olarak sinemaya giderdik, 40 kişi olarak büfeye giderdik, 40 kişiyle yürürdük Bağdat Caddesi'nde falan...

Turbo: Commodore Show'larda kavga çıkarırdık 30-40 kişi. Ciddi kavga çıkarıyorduk, serseri gibiydik yani. Dükkan basardık. Salakça, çocukça bir şey aslında. Şimdi bana bu çok aptalca geliyor...

Vigo: Mesela oyun dağıtıyoruz, A dükkanına oyun vermişiz. Biz kapıdan çıkıyoruz, herif oyunu satın alıyor, koşa koşa öbür dükkana bizden önce gidip oyunu bedava veriyor! Yalakalık yapsın, bilmemne olsun diye... Biz de, "Hoop, birader! Ne oluyor?" diyoruz. Çünkü biz mafyayız abi, tekeliz yani. Ama bizde de müşteri memnuniyeti var - Bizim verdiğimiz oyun yanlış çıkmaz, full versiyon çalışır, sakat bir şey olmaz, dandik crack olmaz yani. [Turbo'ya dönerek] Fenerbahçe'de Kalamış'a gitmiştik, hatırlıyor musun? Büyük meeting, grup ismi bulacağız, falan... Kalamış'ta marinaya gitmiştik, oturmuştuk hep beraber. Bütün herkes ama!

Turbo: Bronx'tan önce iki tane isim vardı. İlk önce Cold Cut yapalım mı dedik. Cold Cut o dönemde benim de sevdiğim bir isim. C ile başlıyor, 'Soğuk kesim', tam da İngilizce bilmiyoruz ya hani. Cold Cut meğerse pişirilmeye hazır, kesilmiş salam sucuk demekmiş!

'Cold Cut from Turkey' deseydiniz tam olacakmış!

Turbo: Evet, acayip bir şey olacakmış... Ondan sonra Cyclotrone yapalım dedik. O da tam içimize sinmedi, ama...

Vigo: Cyclotrone olarak hem Amiga'da hem 64'te intro release ettik, hem de 64'te tool yaptık. Hayvan gibi noter var Cyclotrone diye, Mephisto kodlamıştı. Ama ben şunu hatırlıyorum: Biz neyi seviyoruz? Break dance, graffiti, DJ'lik, hip hop, MC olayları falan... Bunların hepsiyle bağdaşan bir şey bulalım dedik. Çünkü bizim bütün ilgilendiğimiz, sevdiğimiz şeyler bu şekildeydi. Ulan, ne bulalım, ne bulalım... O zamanlar da Kurtis Blow'un 'The Bronx' diye bir şarkısı vardı. O zaman Jay Master (Burçak), "Adı Bronx olsun o zaman," dedi. Bronx, hip-hop'un doğduğu yer, bütün bu her şeyin çıktığı nokta... Yani ya Harlem koyacaktık, ya Bronx koyacaktık. Harlem biraz klişe bir şeydi, herkesin aklına gelebilecek bir isimdi. "Ulan," dedik, "Bronx süper!"

Turbo: Hatta o dönemde Burçak'la, "Ben buldum o ismi ama söylemedim," diye öyle bir atışmamız olmuştu. Sonra, grubun ismi oldu Bronx.

Vigo: Sonra, kısaltması nasıl olacak, BRX mi, BNX mi?

Turbo: O dönemde Remix bizim gruptaydı. Mesela o, 64'te BRX yazıyordu. Biz de Amiga'da BNX yazıyorduk kısaltmasını.

Niye iki tane faklı kısaltma vardı?

Turbo: Çünkü Remix öyle yazmaya başlamıştı. Şimdi, logo yaparken, B ve R harfleri birbirine benzer harflerdir. Üç harfli bir logo yaptığımızda B, N ve X olsun dedik. BRX olduğu zaman birbirine yakın oluyordu, bir BNX istedik. O BRX diye dağıtmış stuff'ları. Bir ara Commodore 64'te kısaltmada BRX geçiyordu. Biz BNX yapıyorduk. Sonra çevirdik onu.

Şimdi, 1991'de Commodore 64 bölümünün kopmasına gelelim. Anlatabilir misiniz?

Vigo: Hadise şöyle bir şey: Commodore Show düzenleniyor. Commodore Show'da Teleteknik bir yarışma açıyor - ödüllü bir yarışma. Bizim elemanlar da o zaman Cemetery News'u çıkartıyorlar. Cemetery News'un Türkçe harfli haliyle Commodore 64'te katılıyorlar yarışmaya ve birinci oluyorlar. Birinci olup para kazanıyorlar. Hiç unutmuyorum, dün gibi hatırlıyorum, bunlar, "Abi koyduk, kazandık, burada da koyduk," falan diye Remix'le Mephisto beraber geliyorlar. "Aaa süper müper," dedik. Tunç da dedi ki, "Oğlum bakın, Reha'nın da (Evilman) burada müziği var, onu da bir görün." Para aldılar yarışmadan. Birisi coder, öbürü de article'ı yazan adam, bir de işin içinde müzik var yani. Bunlar parayı bölüşmüşler aralarında, indragandi yapmışlar. Tunç'un aklına geldi, "Onun da payını unutmayın," diye. "Aaa tabii abi doğru söylüyorsun," falan dediler... Neyse, geçti aradan zaman... Sonra biz bir baktık, Evilman'e bunlar parayı marayı ödememişler. Bu esnada, bizim Mad-Master-Prince ile Remix bayağı samimi kanka oldular. Bunlar hep beraber takılıyorlar, yazışıyorlar-mazışıyorlar falan. İyi anlaştılar. Tabii, Reha bizim daha sevdiğimiz bir arkadaşımız. Dedik ki, "Oğlum bak, bunlar product'la birinci oldular. Parayı da indirdiler. Senin hakkını da vermediler." O da manyak, Mecidiyeköylü, dayı-mayı, deli. Bir gece kalkıyor, Mephisto'nun evine gidiyor. Bak! Olmayacak bir iş. Evde anası-babası oturuyor. Kapıyı çalıyor, eve giriyor, Commodore'un drive'ını alıyor, çıkıyor gidiyor, "Benim paramı vermediniz," diye! Bu resmen gasptır yani. Adamın annesi babası yaşlı, hacı-macı insanlar, falan... Zannediyorlar ki arkadaşı geldi. Böyle bir gerginlik yaratıyor. Şimdi, o da ayılık yapmış yani. Bu da olmayacak bir şey. Öyle bir şey olunca zaten ipler kopuyor. Mephisto da haklı olarak küsüyor. Bu olaydan sonra Remix de bizimle konuşmak istiyor, gruptan çıkmak istiyor - biraz korkarak, yarı tırsarak... Bir gün, Commodore Show'un son günüydü galiba, Commodore dergisinde takılıyorduk, geldiler en üste, yukarı. Remix, "Ben size bir şey söyleyeceğim," dedi. Tunç hemen anladı, "Remix left Bronx, değil mi?" dedi. "Evet," dedi. "İyi, tamam," dedik. Ondan sonra, o an onlar bizim black list'e girdiler, giriş o giriş!

Skate (Araya girerek): Başımıza gelen bir olayı söyleyeyim ben size: Biz Bronx sitesi muhabbeti yapmıştık, Bronx tekrar ayağa kalktıktan sonra. Vigo, daha site açılmadan Remix'e Under Construction sayfasından giydirdi, Clique de yeni sitemizi hack'ledi!

Zombie Boys'un C64 departmanından Mephisto, Mad, Prince ve arkada Vigo (1990)

Vigo: Evet, öyle bir şey oldu, değil mi ya?

Skate: Oldu abi! (Gülüşmeler)

Turbo: Zaten şöyle bir durum da vardı: Bizim o dönemdeki zihniyet ve mantalitemiz, 'sert çocuklar,' 'belalı tipler' falan... O oluşumda daha efendi, daha temiz olan çocuklar zaten barınamıyorlardı. O dönemde onlar bizim aramızda barınamadılar.

Doğal bir gruplaşma mı olmuştu?

Turbo: Doğal bir gruplaşma değil. Dediğim gibi, mesela bilmemne dükkanı bizim hakkımızda bir laf etmiş, biz toparlanıp dükkanı basmaya gidiyorduk, "Ne lan! Siz ne diyorsunuz?" falan diye. Bugün böyle bir şey yapılsa hapis yani.

Vigo: Daha doğrusu şöyle bir şey: Bizim core member'lar daha ziyade mahalle kültürüyle büyümüş, daha cool tabirle, daha street knowledge bir modumuz vardı. Delikanlılık, abilik, birinin birine yanlış yapması, yamuk yapması önemli şeylerdi. "Delikanlı olucaz," "Biz kardeşiz," "Birbirimize yamuk yapmayalım," "Hepimiz birimiz için..." Biri Tunç'a bir şey dedi mi, yüz kişi gidip, "Ne diyorsun?" falan... Yani böyle daha çocuksal bir mahalle kültürünün bilgisayara taşınmış haliydi o. Ama öbür arkadaşlar daha sütlaçtı. (Gülüşmeler) Ama biz de, bu kadar senemiz var, bir kişiye yumruk da atmadık, kavga da etmedik. Ama hep hazır kıta. Bir şey olsa dalacağız yani. Hep bir dalma modu vardı. Ama benim normal hayatımda bile bir adama yumruk atmışlığım yok yani (Lise yıllarını, ortaokuldaki saçmalıkları saymazsan).

Turbo: Benim var! O kadar soft değilim!.. (Gülüşmeler)

Peki bu kopuştan sonrasını anlatabilir misiniz? Clique'in kopuşunun rekabet açısından size bir faydası oldu mu?

Turbo: Hiçbir faydası olmadı, çünkü bir şey yapamadılar ki.

Vigo: Yapamadıkları şey şu: Zaten Commodore 64 section olarak biz Midnite Movie'den sonra bir yara aldık dedim ya, zaten ben de başta olmak üzere hepimiz Amiga'ya yoğunlaşmaya başlamıştık. Commodore 64 biraz ikinci planda kalmıştı. Çünkü zaten bütün 64'çüler ufak ufak Amiga'ya geçmek istiyordu. Amiga daha heyecan verici bir platformdu. Amiga sahibi olup Amiga'da kod yazmaya başladıktan sonra Commodore, "Ya artık kenarda dursun," dediğimiz bir şeydi. Dolayısıyla, onlar bizden ayrıldıktan sonra bize tek etkileri şu oldu: Cemetery News diskmag olarak çıkıyordu. Onlar bizden ayrıldı, Cemetery News'un beşinci sayısını çıkaracaklardı, çıkarmadılar. Script diye bir dergiyi beşinci sayıdan başlattılar.

Turbo: Hatta bir şey daha anlatacağım ben. Bunu, mesela, hiç kimse bilmez. Bunlar ayrıldı. OK, ayrıldılar. Script'i çıkardılar, ona da bir şey demedik. Tamam, çıkabilir yani. Script'in başında önce Cemetery News logosu çıkıyordu, silahla ateş edilip logo parçalanıyordu ve sonra Script yazısı geliyordu. Biz bunu gördük. Sonra bir gün bize bir yerden bir haber geldi. Biz Bostancı'dayız. Ben Vigo'lara gelmişim. Cebimizde, böyle normal bir paramız var. Clique member'ları Ankara'da meeting yapıyormuş. Ne kadar deli olduğumuzu sen artık bundan anla! Biz Bostancı'da o anda gaza gelip (Bir şey hazırlamamışız. Para, bilmemne hiçbir şey yok!) oradan trene atladık, gittik Ankara'ya, Remix'in adresini bulduk, Remix'in evinde meeting yapılırken biz ikimiz Remix'in evine gittik! Kapı çalındı, açtılar, ŞOK! İkimiz gelmişiz!

Script #5'in girişi (1991)

Vigo: Onlar da hep bir arada! İzmir'deki tayfa gitmiş, bilmemkim gitmiş. 8-10 kişiler. Bizi görünce şöyle bir kaldılar yani.

Turbo: Biz girdik, "Nooluyo lan? Siz kimsiniz böyle ateşler mateşler, logo parçalanıyor." "Yok öyle değildi de, böyleydi de..." Yani gittik oraya, hiçbir şey olmadan postamızı koyduk, geldik.

Vigo: Ama akılları gitti orada. Altına işeyen bile olmuştur yani! (Gülüşmeler) Benim de başıma gelse derim yani, "Nereden nereye, herifler manyak!" O gün cepte para yok. Bak, yine bir manyaklık! Son bir 20 liramız vardı galiba, değil mi? O sıralar da ben süper kazı-kazan oynuyorum. Her kazıdığımda bir şey alıyorum!

Turbo: Şimdi, dönüş paramız var. Cebimizde de böyle az bir para var, tamam mı? Onunla yemek mi yiyeceğiz, ne yapacağız bilmiyoruz. Bu da ballı o zamanlar (gülüşmeler)! Kazı-kazan oynuyor. Her gördüğünde kazıyor. Dedi ki, "Kazı-kazan var abi. Parayı ver, kazı-kazan'a yatıralım." Ulan bir an düşündüm. Karnımız da aç, tamam mı? (Gülüşmeler) "Tamam ulan!" dedim. Abi, verdik parayı, bu adam bir kazımaya başladı... Öküz gibi para aldık oradan! Ama ciddi para aldık...

Vigo: McDonalds'a girdik, hayvan gibi yedik. Menüler, bilmemne...

Turbo: Öküz gibi yiyip gelmiştik!

Vigo: Sana şöyle bir şey söyleyeyim: Türk scene tarihinde hemen hemen her platformda hayvan gibi product çıkarmış bir grup vardır, o da Bronx'tur. Zombie Boys adıyla bile, hem Commodore 64'te hem Amiga'da çıkmış bir ton release var. Ben şuna baktım: Bizim site için malları toplarken Amiga demoları (yani müzik, font falan hariç) yani executable olanlar 25-30 megabayttı. Bunlar Zipli halleri bir de. Az bir şey değil. Font diskleri, grafik diskleri, collection'lar, magpack'ler... Ve Bronx'un uluslararası alanda çok büyük bir başarısı daha vardır: Ben siteyi en son değiştirmeden önce listesini çıkartmıştım. 120 tane member olmuş ve toplam 20 küsür tane ülke var. Ve bu 20 küsür tane ülkeden o kadar çok sayıda yabancı adam Bronx için çalışmış ki... Venlo Meeting'ler yapılıyordu Hollanda'da. Cemetery News'ın beşinci sayısı Venlo'da release olacaktı. Bu adamlar bizi yarı yolda bıraktığı için, [Bronx'un yabancı üyeleri] o gün partide diskmag kodladılar ve bizim Cemetery News'ın beşinci sayısı olarak yanılmıyorsam orada real-time release ettiler. Şanımız yürüsün hesabı. Bunlar bıraktılar diye, orada bizim Almanlar oturup dergi çıkarmışlar. Sonuçta dergiyi release ettiler. Çıkacağı zamanda çıktı dergi. Tabii, kontak-montak pata küte oldu ama... Onlar şu moddaydılar: "Bak biz bırakırsak dergi bilmemne olur!" Ve ondan sonra isim değiştirerekten 20 küsür sayı bizim bir dergimiz çıktı. Adı önce Recall, sonra Earthshake oldu. Almanlar, Hollandalılar, Norveçliler çıkardı. Devamlı coder değişti, grafiker değişti, team değişti... Herifler deli gibi devam ettirdiler...

Turbo: Şöyle bir fark var aslında: Ben 1996'da scene'i bıraktıktan sonra, 2000'de mi, 2001'de mi Vigo bana telefon açıp, "Oğlum, Bronx devam ediyormuş, hayvan gibi production çıkmış!" dedi yani, düşün. Yani ben bırakmışım, Bronx'la alakam yok...

Vigo: Ben bile uğraşmıyordum yani...

Turbo: Biz Hydrogen, Skate'lerle tanışıp scene'in devam ettiğini duyunca, önce Vigo döndü. Ama şunu gördük ki, ulan biz bunu bırakmışız ama yurtdışında devam ediyor!

Vigo: Devam ediyor abi! Avustralya'daki section mega demo çıkarmış 'Turbo II' diye, hayvan gibi! Ben bilmiyorum, herifleri tanımıyorum bile! Sonra adam beni buldu, MSN'den konuşuyoruz hâlâ. Yani şunu demek istiyorum, bu çok önemli bir konu, ben çok önemsiyorum bunu: Türkiye'den çıkmış bir tane grup var ve bu sevilmeyen Türklerin grubu için 24 tane ülkeden adam çalışmış! Swap yapmış, grafik çizmiş, müzik yapmış, kod yazmış, crack yapmış, partiye gitmiş... Bronx olarak adamlar zamanın bütün baba partilerine gittiler. Biz gidemiyorduk ama bizim adamlar gidip bizi temsil ediyordu. Ben Breakpoint'e ilk gittiğim zaman Toby bana dedi ki, "Bak seni çok merak eden bir adam var." Herif Amerikalı. "Ben sizin Bronx'un hastasıyım," dedi, "Blackjack/Bronx benim kankam," dedi. Sizin release'ler melease'ler falan... Herif bir board'da takılıyormuş, oradan tanıyormuş... Ben çok honoré oldum yani. Evet, ben bir Türküm ve sen bana saygı duyuyorsun. Bu çok güzel bir şey.

Skate: (Araya girerek) Biz X'2006'ya gitmiştik. Oradaki Commodore camiasından herkesle ilk kez tanışıyorum. Street Tuff diye bir eleman vardı. Herif, "Siz Türkiye'den mi geliyorsunuz?" diye sordu. "E-Evet," falan dedik. "Vigo'yu tanıyor musunuz?" dedi. "Tanıyoruz," dedik. ""Oooooo!!!!" diye sarılmaya başladı... Adam bütün parti boyunca, "Ooo, kankalar!" diye takılıyordu bize. Olay: Vigo'yu tanıyoruz! (Gülüşmeler)

Vigo: Biz işte hep ona çalıştık. Genelde çoğu kişi tarafından pek de sevilmeyiz. Sevilmeyen adamlarız aslında. Ama hiç kimse şunu anlamadı: Biz bir şekilde Türklerin önünü açmak için çalıştık. Bizim davamız hep Türkiye'ydi. Biz aslında çok milliyetçi bir grubuz. Şu çok ironik aslında: Grubun adı Bronx, Amerika, bilmemne ama sen oraya Türkçe bir şey koysan, 'Ay-Yıldız' diye bir grup yapsan olmayacak. Adamların silahıyla savaşıyorsun. Mesela Vigo ismi nereden geliyor? Şuradan: Benim kontağım Norveçli. Adamın adını okuyamıyorsun ki! Abuk sabuk karakterlerle dolu bir isim! E ne oluyor? Herkesin birbiriyle iletişim kurabilmesi için herkesin telaffuz edebileceği bir isim seçiyorsun. Nickname buradan çıkan bir şey. Norveç, Danimarka, Finlandiya, İsveç... Bu adamların adlarını söyleyemezsin, çünkü okuyamazsın. Kimse söyleyemez. O yüzden international bir platformda çarpışman gerekiyor. Mecburen bunu İngilizce seçmen gerekiyor. Scroll text mesela... Biz bir sürü Türkçe scroll text'li product da çıkardık ama senin kitlen, audience'ında herkes İngilizce bilmek zorunda ve senin bir derdin varsa onu İngilizce anlatman gerekli.

Hocam, ben şunu söyleyeyim: Ben fi tarihinde Kickstart diye bir Alman Amiga dergisi buldum. O Alman Amiga dergisinde coding bölümü vardı ve herif blitter'dan scroll yapmayı öğretiyordu. Kodu anladım. Blitter-mlitter lafları geçiyordu Almanca, bir şey anlamadım ama koda baktığım zaman anlıyordum - herif blitter'ı anlatmış. Şimdi onu okuyan Alman adam tabii ki demo yapacak, kralını yapacak. Bizim öyle bir şansımız yoktu. Bize ya biri gösterecek, ya da bir yerden hasbel kader source bulacağız, onu da anlarsak, çözersek... Bir de hardware manual'i bilmemneyi bulursak... Ne yapacağız? Blitter scroll... Herif onu dergide anlatmış zaten...

1990'ların ortalarına doğru grubun yavaş yavaş inaktifleşmesine sebep olan şey neydi?

Vigo: Grubun inaktifleşmesi diye bir şey yok. Şöyle bir şey oldu: Bronx koptu. Yani grup o kadar büyüdü ve o kadar yayıldı ki... Bir sürü ülkede section'lar var, bizim Türkiye içinde section'lar var. İzmir'de, Ankara'da...

Turbo: Şöyle bir durum var aslında, inaktifleşme diye bir şey yok...

Vigo: Biraz stand-by'a geçmiş gibi...

Turbo: Hayır, stand-by da değil. Commodore bittikten sonra, yani Amiga satıldıktan sonra, biz 1996'da Gart'la Hannover'e, Cebit fuarına gittik. Büyük bir gazla gittik biz oraya, yeni Amigalar çıkacak falan diye. Biz oraya gittiğimiz zaman, Amiga standında Amigalar'ın bir merdiven altına konup çocuk muamelesi gördüğünü gördük. Fuarda Amiga bile yoktu yani. Biz koskoca Cebit fuarını gezdik, Amiga bulacağız diye ve orada gördük ki, Amiga bitmiş. Bitmiş yani. Ve ben geldikten sonra Amigamı kaldırdım. Çünkü ben 1996 yılına kadar PC'ye hiç dokunmamışım, yani bir şey yapmamışım PC'de, kendimi Amiga'ya vermişim, "Amiga Amiga" demişim ve düşün, bütün hayallerinin bittiğini görüyorsun orada...

Vigo: Ben de hemen buna bir ek yapmak istiyorum. Ben internetle Amiga'yla tanıştım, e-mail'le Amiga'yla tanıştım, web browser, IRC, FTP, her şeyle Amiga'yla tanıştım. Yani ben Amiga kullanıyorum, her şeyimi Amiga'yla yapıyorum. CD-ROM takmışım, onu takmışım, bunu takmışım falan... Ulan, Video CD diye bir şey çıktı. Şimdi 650 MB bir data var Video CD'de. Amiga'da MPEG Player bulmak zor (birinin yazması lazım), bir de küçük küçük MPEG'leri okuyabiliyorsun ama hiçbir tanesi file stream ederek okuma şeklinde çalışmıyor. Hepsi bütün bir file'ı okuyor, ondan sonra play ediyor... Ulan 650 MB'ı okuyamıyorsun ki... Bir süre sonra hafıza bittiği için makine çakılıyor. Bir Video CD play edemedik benim kardeşimle. Abi bir kafam attı benim, "Amına koyayım!" dedim, "Turbokart al, Multisync al, onu al, bunu al." Yahu dolu para harcadık Amiga'ya lan! Ekranı 800x600 açabilmek için bir dünya para verdik, gittik 1438 Multisync monitör aldık. Ekranı 256 renk bile yapamıyoruz, titriyor, olmuyor... Ulan, gittik 100 küsür dolara Pentium 133 bilmemne bir şey aldık monitörüyle. Windows 95 var üzerinde. Geldik, Video CD'yi taktık, play'e bir bastık, film oynamaya başladı. Ömer'le (benim biraderle) birbirimize baktık. Amiga'yı topladık, kenara kaldırdık, oturduk, film izledik. Aynen bu kadar net oldu yani. O an Amiga'ya yaptığım bütün yatırımların kıçıma kaçtığını hissedip, "Lanet olsun!" dedim.

Bronx'un şu ana kadarki son C64 ürünü: Last Ninja Turbo (2008)

Turbo: Ben ilk PC'mi 1998'de aldım. İki sene bilgisayarım yoktu. Kullanmadım PC falan... Ve o dönemde bizim gruptaki insanların bazıları (biz de dahil) yaşımız itibariyle iş dünyasına girdik. Kimimiz üniversite bitirdi, kimimiz bilmemne yaptı, herkes bir şekilde çalışmaya başladı. İşin içine iş girince eski gazı da gitti olayın... Aslında biz Amiga'yı bırakmadık, Amiga bizi bıraktı.

Vigo: Bizim bir de tercih yapma durumumuz oldu. Bir an şöyle bir şey düşündük: "Commodore kullandık, Commodore'da bir sürü şey yaptık; Amiga kullandık, Amiga'da bir sürü şey yaptık; şimdi de PC'de mi yapacağız?" Ama artık yaşımız ilerlediği ve artık işi hayatı gibi şeyler başladığı için biz PC'ye gerekli eforu veremedik. Bir de PC'de her şey bambaşka. Commodore'dan Amiga'ya geçiş bile daha kolaydı. Benzer terimler, falan... Yazılım anlamında da yaklaşık şeyler vardı. Ama PC bambaşka olduğu için, biz PC'yi öğrenelim diye çok uğraşmadık.

Turbo: Bir de ben PC'yi tanıdığımda siyah-beyaz, "zart-zong-dit-dat" diye sesleri olan, Test Driver'dan başka oyunu olmayan salak bir makineydi.

Vigo: Biz PC'cilere gülüyorduk. "Ulan, benim makinemde 4096 renk var, şöyle ses var, bilmemne var," diye. PC'de saçma sapan bir ekran vardı. Bizde (yani bizden kastım core tayfada), "PC'ye geçelim, orada da intro yapalım, şunu öğrenelim, bunu öğrenelim," diye bir efor yoktu. PC adına da bir şey yapmak bize çok heyecanlandırıcı gelmedi. Çünkü biz hep PC'den nefret eden adamlardık. Hiçbir zaman ben kendimi 'PC'ci' olarak görmedim. Mesela, Commodore'um olduğu zaman kendimi Commodore'cu hissettim; Amiga kullanırken kendimi Amigacı hissettim; şimdi Mac kullanıyorum, kendimi Mac'çi gibi hissedebiliyorum, ama ben hiçbir zaman kendimi PC'ci hissetmedim. Şöyle de bir şey var: Amiga'nın yok olmasında Bill Gates ve PC sebep oldu gibi bir şey de yatıyor olabilir.

Turbo: Bence kesin öyle. Büyük bir tehlike olarak görüyorlardı çünkü. Son dönemlerde PC'nin bir an, "Nooluyo?" dediği asıl sorun bence şuydu: PC işyerlerinde kullanılan bir bilgisayardı. Database-matabase tribindeydi. Ama son dönemlerde Amiga, 256 rengiyle bütün televizyon kanallarında kullanılan bir multimedya cihazı haline geldi. Bu Macintosh'u da rahatsız etmeye başladı. Hem ucuz, çok rahat kullanımı var ve bütün her şeyi real-time yapabiliyor. Ve Amiga bunları rahatsız ettiği için (bence sebeplerden bir tanesi de bu) PC resmen Commodore'u batırdı.

Vigo: Batırdılar abi, yok ettiler. Çünkü Amiga'nın sıkıntısı şurdaydı: Amiga nasıl bir makineydi? Amiga multimedya makinesi mi? Amiga oyun konsolu mu? Amiga ofiste kullanılacak bir word processor mü? Yani Amiga'yla her şey yapılabildiği için Amiga yerini tam belirleyemedi. Ebeveynler açısından Amiga oyun bilgisayarıydı, ama televizyon kanallarında da kullanılıyordu! Yani açıkçası Amiga'nın yeri belli olamadı. Bu, Amiga'nın yok olmasına da sebep oldu.

Peki, Bronx şu anda ne yapıyor?

Turbo'nun elinden post-it kağıtlarıyla
Ulu Önder Atatürk'ün piksel-grafiği (2006)

Vigo: Güzel soru. Normal şartlarda Bronx, official olarak pek bir şey yapmıyor, ama Bronx'un son beş yılda şöyle bir misyonu oldu: Bronx, Türkiye'de scene'in hâlâ ayakta durması açısından var olması gereken bir grup; partiler düzenleyerek, partilerdeki yarışmalara ufak tefek contribution'lar yaparak en azından yeni jenerasyona bir gaz verme misyonu üstlenmiş durumda, ama Bronx'un hiçbir şey üretme planı da yok. Çünkü Bronx 20 senelik bir grup oldu ve Bronx zaten yapacağını yaptı. Peki burada ne var? Burada benim hürmetime, sağolsun Tunç beni kırmıyor, birçok şeyde yanımda oluyor. Zaten son partilere de baktığın zaman Bronx bütün partilere girmiş, bir sürü compo'larda, değişik platformlarda birinci olmuş... Yani Bronx'un artık zaten bir şey yapmaması lazım.

Turbo: Biz canımız istediğinde, partiye geldiğimizde şamata olsun diye bir şey yapıyoruz. Yeni nesle scener insanların ne kadar yaratıcı olabileceğini göstermeye çalışıyoruz, çünkü benim gördüğüm şey şu: Bunca zamandır parti yapılıyor, doğru düzgün bir production çıkmıyor. Hadi kod yazılamıyor, kod zaman alan bir şey. Belki rakipleri çok. Detaylı falan... Yani şu an dünya demolarıyla biz de yarışamayız, ama bir grafik, pixel-art bir şey çıkmıyor, müzik çıkmıyor, wild-compo'da herhangi bir şey yapılmıyor. Şunu açık ve net söylüyorum, ben her partide insanlara fikir verebilmek için elimden geleni yaptım. Video-demo da yaptık, GP2X'te de yaptık, "Abi bak piksel böyle bir şey, duvara da yapılabilir," dedim, duvara da piksel yaptım. Bir şeyler olsun, yeni nesil bir titreyip kendine gelsin istedim. Ama açık ve net söyleyeyim, bu herhalde benim katılacağım son parti olacaktır. Bir daha kolay kolay işim olmaz...

Vigo: Ayrı bir misyonumuz da şöyle bir şey oldu: Bronx, 'Türkiye'yi yurtdışında temsil eden adamlar' pozisyonundaydı. Fırsat buldukça yurtdışında partilere gidiyorum. Sen şimdi bir şekilde Assembly'ye, Breakpoint'e, herhangi bir partiye git, gittiğin zaman da sor, "Türkiye'yi biliyor musunuz? Hangi Türk grupları biliyorsunuz?" diye. Eğer gittiğin parti Commodore 64 partisiyse çok yüksek ihtimalle Glance grubundan bahsedebilirler. Onun haricinde bir tek Bronx'tan bahsederler, başka kimseden bahsetmezler. Bu acı bir şey... Bunun olmaması lazımdı. Keşke bahsetselerdi. Ben Plazma'da da yazdığım yazılarda scene tarihçesi gibi bir dökümantasyon yapıyorum. Mesela Medal diye bir grup vardı. Bir tane arkada müzik çalan, intro demeye dilim varmıyor, intromsu bir şeyi vardı. Onu da gruptan mı sayacağız? Yani ben bir tane product çıkarmışı gruptan saymıyorum. Amiga'da bir şey yapmış mı adam? Commodore'da ne yapmış? İki-üç tane intro çıkarmış... Tamam, tarihçe hazırlarken adı geçebilir. Hepsini de yazdım zaten. Hiçbir zaman yok saymadım Clique'i falan... Ama bir kefeye koyduğun zaman, bir tarafta 60-70 MB product üretmiş bir grup var, öteki tarafta da bir tane intro çıkmış. Ben, aynı şeyi arkadaşlar için de söylüyorum. Benim son yıllarda en çok heyecanlandığım ve gaza geldiğim grup Glance'tir. Biz zamanında Midnite Movie ile bir şey yapmaya kalkıştık ama bizim hayal ettiğimiz 'tepeye çıkıp herkesin eline verme' duygusunu biz yaşayamadık, çünkü bize o duyguyu tattırmadılar. Dedim ki, "Glance bir çıkış yaptı, arka araya da birkaç tane product çıkardığı zaman dünyanın en baba Commodore 64 gruplarından biri olma potansiyeli var." Ama 2005 yılında bir tane product çıkarttılar, şimdi Glance yalan oldu gitti. Yani nasıl yalan oldu gitti, 2005'ten beri bir şey çıkmadı. Yani ben bugüne kadar beş-altı demo çıkmış olmasını ya da bir X Party'de, bir Breakpoint'te bir derece falan beklerdim. Böyle bir şansları var. Hepsi canavar gibi adamlar. Potansiyel de var. Müzik, kod, grafik... Hepsi on numara insanlar. Bronx'un Commodore 64'te başaramadığı şeyi başarmaya belki de çok yaklaşmışlardı. Hâlâ da şansları var ama bir türlü hayat şartları falan derken olaya focus olamadılar. Yani ben ölmeden şunu görmek istiyorum, Fairlight'ın, Deus Ex Machina'nın yanında Glance'in de adı geçsin. Ya da mesela bir gün bir yarışmada demolar seyredilirken, bizim Debris'i seyrettiğimiz gibi Glance'in de demoları seyredilsin. Demoscene tarihi yapılırken Glance'in bir demosu da orada görülsün. İşte o zaman şöyle bir şey olacak: Türkiye'den grup ismi sorduklarında, "Bronx diye bir grup vardı, bir de Glance vardı," diyebilsinler. Şimdi sorulsa, Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka denilse hepimiz sayarız. Almanya zaten hâlâ bir numara... İşte bizim amacımız hep buydu. Biz Türk olmaktan dolayı hep sıkıntı yaşadık, bize ikinci adam muamelesi yaptılar. "Bari biz bu adamları hiç olmazsa demolarımızla dövelim," diye bir tribe girdik. Ama biz yapacağımız şeyi 20 senedir yaptık zaten. Bizim hâlâ bir şey çıkarmamamız lazım. Bizim artık gelip, geyik yapıp, "Nerde o eski demoscene..." filan dememiz lazım.

1997-98 yıllarında Bronx'un C64 bölümüne katılıp, grubu tekrar ayağa kaldıranlardan Endo, Hydrogen ve Skate de Bronx'a nasıl girdiklerini anlattılar:

Endo:

Bronx'a nasıl katıldık? Aslında onun biraz daha öncesi var. 1989-90-91 yılları Commodore 64 ve Amiga'nın en aktif olduğu dönemlerdi. O dönemde Commodore dergisi, 64'ler dergisi falan çıkıyordu. Vigo'nun ve birçok eski büyük scener'ın o dergilerde yazıları vardı. Daha sonra Commodore dergisinin kapanmasıya birlikte 1993-94 gibi kimse kalmadı etrafta. Aslında herkes durduğu yerde duruyordu da, dergi olmayınca bizim bir irtibatımız kalmadı kimseyle, ki o zamanlar kendimiz de küçüktük sonuçta...

Abimle (Datura) benim Phobia isminde bir grubumuz vardı ve bizlerin dışında kimsenin bilmediği bir gruptu aslında bu. Elimizdeki oyunların başına intromuzu koyup yine kendimiz oynuyorduk (gülüyor). Sonra 1994-95 yıllarında ben, "Birilerini bulsam, insanlar nerede ne yapıyorlar?" gibi bir uğraşa girdim. 1995 senesinde Megamiga, Amigamag gibi arkasında ticari bir destek olmayan underground dergiler çıktı. O dergilerden bir tanesinde Vigo'nun Amiga'yla ilgili bir yazısı vardı. Ben de 1992'den 1996'ya kadar Amiga'yla bayağı bir ilgilenmiştim, 64'te de kod yazıyordum, Amiga 500'den sonra da Amiga 1200'de de kod yazmaya devam ettim. 1996'da Vigo'ya bir mektup yazdım: "Şunları şunları yapamadım, şunların nasıl yapılacağıyla ilgili sormak istediğim şeyler var, bunları sana sorabilir miyim?" diye, bayağı da uzun bir mektuptu bu. Aradan aylar geçti, Vigo'dan cevap gelmedi. Ben birkaç ay boyunca posta kutusuna bakıyorum, yok, akşam geliyorum, ertesi sabah tekrar posta kutusuna bakıyorum, yok... Bu böyle bir altı ay falan devam etti. Sonra bir gün, bir cuma günüydü hatırlıyorum, hiç ümidim yok ama yine açtım posta kutusunu: Bir zarf, üzerinde graffiti style'ıyla yazılmış Vigo/Bronx ismi! Hemen açtım, okudum. Vigo da yazmış: "Ben senin mektubunu aldım ama ertesi gün odada kaybettim. Altı ay sonra temizlik yaparken buldum. Şimdi cevap yazıyorum, umarım hâlâ aynı adrestesindir," diye (gülüyor). Hatırladığım kadarıyla, "Amiga ile ilgili coding konusunda yardım etmeye çalışırım sana," demişti, adresini falan vermişti. Biz bir gün buluştuk, Vigo'nun evine gittik, orada oturduk, konuştuk, muhabbet ettik falan...

Daha sonra enteresan bir şekilde, ben 1996'da İstanbul Üniversitesi matematik bölümüne girdim. Kürşad (Hydrogen) de aynı senede aynı fakültenin astronomi bölümünde. Biz bir gün basketbol oynadık. Hiç birbirimizi tanıdığımız falan yok. Onun 64'çü olduğunu bilmiyorum daha. Evi de Koşuyolu'ndaymış. Benim evim de Acıbadem'de. Bir şekilde Koşuyolu tarafında karşılaştık. Orada bir park vardır, ben hep basket oynamaya giderim oraya. Kürşad da orada. "Aaa, sen bizim üniversitede değil misin? Oynamıştık orada," falan... Evet, dedi. "Hadi beraber maç yapalım," falan... Beraber maç yapmaya başladık. Bir şeyler içeceğiz, sonra dağılacağız... "Bilgisayarın var mı?" dedi Kürşad. Benim de hiç adetim değildir Commodore 64'çüyüm ben falan demek, biri sorduğu zaman çok da bahsetmem aslında. Orada "Evet, var," dedim. "Senin var mı bilgisayarın?" diye sordum. "Evet, var," dedi. "Ne var?" dedim ben. Hafif bir sırıttı böyle, "64," dedi. "Bende de 64 var," dedim, "Ben de 64'çüyüm." Hadi ya, falan... Biz o gün bir, bir buçuk saat falan yürüdük. Eskiden neler vardı, gruplar vardı, müzikler yapılırdı, demolar çıkardı, şu efekti biliyor musun, bu grubu biliyor musun falan... Biz o gün bir-bir buçuk saat eve kadar gittik Kürşad'la, daha adamla yeni tanışmışım yani! Eve girdik, oturduk, birkaç saat evde muhabbet ettik. Sonra dedim, "Bizim Phobia diye grubumuz var." İntrolarımızı gösterdim. Dedi ne güzel şeyler yapmışsınız, ben de grafik çiziyordum ama kimse yoktu, kendi başıma çizdim falan. Biz, hatta aynı gün galiba, bizim evden çıkıp Kürşadlara gittik. O da 64'te yaptığı grafikleri falan gösterdi... O gün zaten bizim Phobia grubunu tekrar ayağa kaldıralım diye konuşulmuştu. Ben Vigo'dan da bahsettim, "Vigo'yu buldum," diye, "Onu da gruba alırız, grup daha da sağlam olur," falan. 1997 senesinde yanlış hatırlamıyorsam, biz Vigolar'a tekrar gittik. Aynı sene, 1997'de, Skate de İstanbul Üniversitesi astronomi bölümüne başlamıştı. Ascreaus grubundaydı o zamanlar. Bir şekilde sanıyorum, Kürşad tanıyordu onu. Onları da davet ettik Vigolar'a, "Biz gideceğiz, Ascreaus'tan kim varsa siz de gelin," diye. Yanlış hatırlamıyorsam Skate'in çocukluk arkadaşı Caisson (Can), onlar ikisi, Kürşad ve ben, Vigolar'a gittik. Konuştuk, muhabbet ettik, videoya çektik, güzel geçti, falan... Orada acı bir anımız vardır: Abimle birlikte yaptığımız bir demo vardı ki, 64'te bitmiş, complete bir ürün yaptığımız en temel şeydi. Ben bir diskette götürdüm. Orada gösterdim. Sonra biz disketi Vigo'da unuttuk, döndük ve sonra bir daha da bulamadık o disketi. Böylece 64'teki tek product'ımızın orjinal disketini de kaybetmiş olduk (gülüyor)! O gün biz Phobia grubunu tekrar kuralım, bir şeyler yapalım diye konuştuk. Daha sonra bir-iki kez daha buluştuk Vigolar'da. Vigo şey dedi: "Biz Phobia'ya katılacağımıza siz Bronx'a katılın, Bronx'un 64 section'ı olun." Çünkü Bronx'un 64 section'u o zamanlar inaktif durumdaydı. Son zamanlara doğru swap, BBS'ler, Amiga, belki biraz PC ve yurtdışı elemanları filan vardı, ama 64 section'ı tamamen inaktifti. Biz de, "Tamam," dedik. Sonuçta Bronx köklü bir grup; onu ayağa kaldıralım. Onun 64 section'ı olmak gayet güzel. Ve 1997 senesinde (ya da 1998'in başı da olabilir, tarihleri tam net hatırlayamıyorum) biz Bronx'u tekrar ayağa kaldırdık. Bir-iki intro yaptık. Bronxy diye one-part bir demo yaptık. 64 Times dergisini çıkardık, ki 64 Times yurtdışından bile çok olumlu reaksiyonlar aldı. Hâlâ bile üzerinden beş-altı sene geçmesine rağmen, "64 Times'ın yeni sayısı çıkacak mı?" diye yurtdışından soran insanlar oluyor (gülüyor). Yani gayet iyiydi aslında.

Şöyle bir de anım var unutamadığım: Biz tekrar Bronx'un 64 section'ını canlandırdığımız zaman, dış dünyada ne olup bittiğinden hemen hemen hiçbirimizin haberi yoktu ve dedik, manyak bir intro yapalım. Nasıl olsun? Bir mezarlık olsun. Bir mezartaşı olsun, üzerinde Commodore 64 yazsın. Yani 64 öldü. Dünyada kullanan bir tek biz varız, dört-beş kişi kalmışız falan zannediyoruz. İşte, mezarın içinden bir el çıkacak. '64 ölmedi, hâlâ hayatta, biz varız' diye diğer mezarlardan da bizler çıkacağız belki... İşte biz böyle bir şey yapıp, yayınlayıp, bütün dünyaya rezil olacaktık (gülüyor)! Halbuki o zamanlar herkes cayır cayır kullanmaya devam ediyor. Sonra biz internette CSDb, pouet.net gibi siteleri, son dönemlerde çıkmış demoları, yeni efektleri görünce dibimiz düştü tabii!

2004 senesinde Bronx'un 64 section'ı Kürşad, Emir, ben ve abim Datura'dan oluşuyordu. Bazı anlaşmazlıklar ya da yanlış anlaşılmalar oldu. Biz gruptan ayrıldık ve Glance'i kurduk. Nightlord da bize katıldı. O gün bugündür de Glance olarak devam ediyoruz.

 

Hydrogen:

Biz Şemseddin'le (Endo) 1996 yılında okulda tanıştık. Daha doğrusu basket sahasında tanıştık, Koşuyolu tarafında. Daha sonra kola-mola içiyoruz... Ne yapıyorsun, ne ediyorsun deyip ayrılacağız yani, bir daha da görmeyeceğim adamı. Basket sahasında gördüğüm bir adam işte! "Neyle uğraşıyorsun," dedi. Ben de, "Bilgisayarla uğraşıyorum," dedim. Daha sonra damdan düşer gibi, "64'üm var," dedim. "Allah allah, nasıl yani, sen 64'çü müsün?" falan, böyle bir şey oldu. Ondan sonra, demolar vardı, şu vardı bu vardı, biz Master'lara giderdik, abi inanamıyorum alt sokaktayım, siz de üst sokaktaymışsınız, benim de grafiklerim var falan... O gece ben Ahmet (Datura) ve Şemseddin'e gittim. Ahmet'in o dönemde bir dergide mektubu çıkmış, Bilgisayar Pazarı mı neydi, HTML'le ilgili, onu gösterdi. "Scene ölmez ya, olsun biz devam edelim, scene ölse bile devam edelim," falan... O zamanlar scene öldü diye biliyoruz biz. Neyse işte, Şemseddin dedi, "Abi Vigo vardı. Ben ona mektup yazmıştım." "Aaa, bir gün gideriz," dedik. Şemseddin'le abisinin de Phobia diye bir grubu vardı. Ben de dedim, "Phobia'yı bari yeniden oluşturalım, kuralım," diye. Bu arada, Phobia da, introları falan filan var ama release etmemişler, duruyor öyle disketlerde. Benim de disketlerde bir şeylerim var. Release edimiş bir dava yok, çünkü biz çekingen adamlarız. Öyle ortama mortama girecek adamlar değildik yani. İşte biz Phobia-Mhobia, demo yapalım, kimse kalmamış olsa bile yapalım falan diyoruz. Kimse kalmamış olur mu? Halbuki demoscene zirvede. 1996'da nasıl kimse kalmamış... Ben de, işte, o zaman Anet'te çalışıyordum, internet ISP'sinde. Anet'ten demo memo indiriyorum. Bu arada yeni demolar falan da çıkıyor. Şemseddin dedi, "Vigo'ya mesaj atmıştım. Adres madres de var. Vigo'ya gidelim," diye. Ondan sonra Vigo'ya gittik biz. O gün, eski günler, bilmemneler muhabbetleri... Hatta Mephisto da gelmişti o gün. Sonra, "Vigo, abi sen Phobia'ya katılsana," dedik. Vigo'da o zaman "Ben Bronx'tan çıktım, Bronx'ta değilim artık," falan diyordu. Bir şeye kıl mı olmuştu ne, hatırlamıyorum. Abi Phobia'ya katıl, tamam katılırım, yeni demo yaparız, yeniden 64'ü eski günlerine kavuştururuz, hiç kimse olmasa bile stuff çıkarırız... O da Phobia'ya katıldı hakikaten. Hatta 1998'de bir intro çıkardık, Vigo member list'te, Mephisto da Phobia'da - Vigo, "Mephisto'yu da katın listeye," demişti. 1998'in ikinci ayında, şubat mıydı neydi, Ascraeus grubundan Emir (Skate) ve Can (Ex-Moloch, şimdi Caisson) ile ben IRC'de konuştum. Bunlar, "Sizle bir meeting yapalım, buluşalım," falan dediler. İlk önce Timur'la buluştuk, sonra hepsiyle buluştuk. O gün de, biz de, "Abi biz Phobia'yı oluşturduk. Vigo da katıldı," falan dedik. Vigo da dedi ki, "Madem böyle bir şey varsa niye Bronx olmuyoruz?" "Abi," dedik, "Bronx zaten ismi olan bir grup. Böyle karışık şeylere bizi karıştırma." "Yok yahu," dedi, "Bronx diye bir şey yok ki, Bronx benim, Bronx biziz. Biz ne dersek olur." İyi, dedik, Bronx'un bir ünü var, bilmemnesi var... Yeniden bir ayağa dikelim. Öyle katıldık. O zaman mantıklı gelmişti...

64 Times hakkında... Gaz verdi bir arkadaş, dergi çıkardık. Bir sayı çıkardık. Çok da iyi reaksiyon almıştı o sayı, ama bir sayı daha çıkaramadık İngilizce sorunundan dolayı. Hatta ikinci sayının İngilizce çevirisi için sana sormuştum. 64 Times gibi review'u olan bir dergi daha yoktu. Çok güzel reaksiyonlar almıştık. Hatta, "Bu dergi son zamanlarda çıkan en güzel şey," diye reaksiyonlar gelmişti. Bayağı güzeldi her şey ama devamı gelmedi. İkinci sayı olsa çok parlak bir sayı olacaktı. Outfit'i filan hazırdı. Yazıların da çoğu hazırdı. O zamana kadar hiçbir dergide yapılmadığı kadar demo review'u vardı. Yaklaşık bir 12 demonun review'u vardı, bütün partilerin review'u vardı. O sayının outfit'i duruyor hâlâ. Hâlâ bakıyorum arada bir review'lara!

 

Skate:

Ben Commodore'umu 1987'de aldım. 2008'deyiz, Commodore'dan kopmadım, hâlâ devam ediyorum. Anlattılar ya, "Aldık, kaldırdık makineyi," diye, bende hiç olmadı o. 1994'te Commodore'la paralel olarak PC girdi hayatıma ve o da bir tarafta duran bir makineydi benim için, ki halen öyledir (gülüyor). Benim için PC bir tarafta duran bir makinedir. Onunla iş yapıyorum, eğlencem Commodore'la. Benim başıma gelen olay şu: Bizim Ascreaus diye bir grubumuz vardı. Ben Ascreaus'ta gayet mutluydum; şu anda hâlâ Ascreaus'taydım, ayrılmazdım yani. Benim çocukluk arkadaşım Can (Caisson) ile birlikte aynı apartmanda oturuyorduk. Her şeyiyle süper, dört dörtlük bir gruptu. Ben 1994 yılında PC aldım. Hiçbir şey olmadı benim için, PC duruyor kenarda, bazen oyun oynuyorum falan... 1997-98 gibi Can PC aldı. (O, bizim grubun lideriydi. Organizasyon işinden o sorumluydu. Swap'i en çok o yapardı. Derginin editing'ini o yapardı. Birçok proje ondan çıkardı. O zorlardı millleti.) Can PC'yi aldığı gün Commodore'u attı kenara! Öncelikle kenara koydu gerçekten. Yani Commodore'un olduğu yere PC'yi koyup, Commodore'u arkaya küçük bir masaya koydu. Ben gittiğimde kabloları bağlanmamıştı. Şaşırdım, ben bağladım, kurcalamaya başladım. Bir süre sonra da kaldırdı. Adam Beşiktaş Bilgisayar'ın bütün oyun arşivini satın almıştı. Commodore'u bırakınca binlerce disket, hardware, şunlar bunlar, bilmemne hepsini bana hediye etti, "Ben artık bunlarla uğraşmam," diye ve bir anda grup bitti abi! Ascreaus bitti! Ben, "Hassiktir!" oldum. O zaman ben de aynı hisse kapıldım. Dedim, "Scene bitti! Scene diye bir şey kalmadı!" Daha doğrusu benim çevremde scene ile uğraşan adam kalmadı. Yani herkes dağıldı. Herkes dağıldıktan sonra da ben bir nefes aldım. Şu yüzden: Bana bazı adilikler de yapılmıştı. Mesela bizim coder'ımız ayrıldı. O sırada disk dergisini o çıkarıyordu. O ayrılınca Can, "Abi derginin kodunu sen yaz," dedi. "Tamam," dedim, bodoslama bir şekilde derginin arayüzünü ve editörünü kodladım. Sonra coder geri geldi, "Gerek kalmadı," dedi bana. Böyle canımı sıkan şeyler oldu. Bir şeyler yaptım ve boşa gitti. Bu tür şeylerden dolayı motivasyon eksikliğim zaten vardı. Bir şeyler yapıyordum, release olmuyordu. Sonra da birden cörk diye grup bitti. Ulan, birden grup yok oldu, uçtu! Çünkü Can PC aldı, sebep de bu yani! Ben de, "Bu muymuş?" dedim. Ben scene'i çok daha, kardeşlik, dostluk falan olarak algıladığım için, bir anda adam PC alıp grubu nasıl dağıttı, anlamadım.

Sonra İstanbul Üniversitesi'ne girdim, Astronomi ve Uzay Bilimleri'ne. Şemseddin ve Kürşad da (Endo'yla Hydrogen) orada - biri matematikte, biri de astronomide benden iki sınıf yukarıdaydı. Onlarla basket sahasında karşılaştık. Daha önce de Vigo'nun evinde karşılaşmıştık. Bunlar dedi, "Aaa abi tanıdın mı bizi?" Ben ilk başta tanımadım. Sonra, "Aaa tamam tamam, hatırladım," oldu. Onların Phobia diye bir grupları vardı, ama grup dediğim, kendi başlarına evde bir şeyler yapmışlar, scene'den bağımsız olarak bir scene yaratmışlar üç kişi arasında (gülüyor)! Hiçbir release'leri yok. Tam birer scener'lar aslında, ama scene'in içinde değiller gibi bir durum söz konusu. Artık, "Bir grup kuralım, bir şeyler yapalım," denildiği zaman, başta Vigo destek oldu onlara. Sonra da dedi ki, "Phobia olacağına, siz Bronx olun, Bronx olarak devam edin." Onlar ilk başta başladılar, ben sonra katıldım. Bana basket sahasında dediler ki, "Biz Bronx'u tekrar kurduk. Sen de gel, hep beraber takılalım." Şimdi, Ascreaus bitmiş, açıkta kalmışım zaten. Hatta şöyle söyleyeyim: Aradan altı ay mı ne zaman geçti, çok da geçmedi ama ben kod yazmayı unuttum! Bu neydi, şu neydi hatırlayamadım. Beynim switch'i indirmiş altı ay içinde. 1998 yılında switch tekrar kalktı ve biz 2000-2001 gibi güzel release'ler yapmaya başladık. 1999 yılında Bronxy diye bir dentro yayınladık. 2000'de magazine çıktı (64 Times). Üzerine bir sürü stuff yaptık. 2002 yılında 7DX parti serisine başladık. ilk başta 'Bronx Party' diye geçiyordu. Sonra 2004 yılında oluşum değişti, vesaire... Ama sonuç olarak çok ilginç bir şekilde PC döneminde bırakan adamlar, dağılan gruplar yüzünden kendimi Bronx'ta buldum!

Anasayfaya dönüş


Bu röportajlar zinciri 7D8 demo partisinde, 21 Aralık 2008 günü sabaha karşı saat 3'te başlamış ve saat 6'da bitmiştir. Tüm hakkı Deniz Can Çelik'e aittir. Eski fotoğraflar Vigo'nun izniyle kullanılmıştır. İzinsiz kopyalayanları Turbo ve Vigo'ya havale ediyorum. Zombie Boys ve Bronx ürünlerini CSDb ve Pouet.net'ten indirebilirsiniz.  Turbo, Vigo, Skate, Hydrogen ve Endo'ya teşekkürlerle...