MUDER ile özel röportaj

Anasayfaya dönüş

GameShow dergisi, 90’lı yıllarda bilgisayar oyunları ile ilgilenen ülkemizdeki herkesin en az bir kez adını duyduğu bir dergi, hatta dergiden de fazlası, bir oluşum ve o dönemki gençleri derinden etkilemiş bir akımdır. İşte o akımın en değerli parçalarından biri olan Muammer Derebaşı nam-ı diğer MUDER ile yazarlarımızdan1 Murat Öğüt uzunca bir röportaj yaptı. Geçmişte yaşananlar, GameShow hakkında nostaljik yorumlar ve MUDER’in gelecekteki projeleri hakkında anlattıklarıyla ilgili her şeyi aşağıda bulabilirsiniz!

Murat: Merhaba sevgili Muder, bu röportaja girişmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Buyur geç otur şuraya, özlemişim (özlemişiz, özlemişler, özlem) seni.

Muammer Derebaşı a.k.a MUDER: Teşekkür ederim Murat. Çok naziksin. Bunun seninle oluyor, olacak olmasi benim icin cok anlamli. Cünkü cok büyük ihtimalle bu son röportajim olacak. Bu sans ve firsati bana verdigin icin teşekkür ederim. Çok sevince haliyle özlüyor insan, kendimden biliyorum, seni de sizleri de bizi de cok özledim, ben de özlemim, kendisi yani. Espriler şakalar, değişik konusmalar, dur bakalım sonumuz neye varacak.

Murat: Öncelikle bize kendini anlatır mısın? Nesin sen, necisin? Nerden geldin nereye gidiyorsun? Kendini 5 kelimeyle özetle dersem ne dersin? Nerelisin, içinden mi, yerlisi misin, peki aslen nerelisin?

MUDER: Ankara’yi söyletmek icin degil mi bütün bu hengame? Nesin sen necisin’i kaynatmak istemiyorum tabii ki ama en zoruyla baslamissin. Hani bir adamin bir hikayesi vardir’a getirmek degil kaygim ama, zor oldugu, tesviyeciyim abi veya mefrusat dükkanimiz varla sınırlanamayacak bir olaylar içindeysen, bu soru da en zoru oluyor haliyle. Efendim, çocukluğum peder beyin memuriyeti nedeniyle falan diye de başlayamıyorum.

En güzeli doğruyu söylemek. O hikayedeki adam benim. E hangimiz değiliz ki, degil mi? Önceden tanımını vermiştim, bir tanıyorum diyenin tanımayan birine hala ve kesinlikle yanlış anlatacağı biriyim. MUDER’im.. Tutku Tuzlu gibi, Ask gibi, Murat Öğüt gibi biriyim. Birçok yerlerde dergilerde vs. ismim geçti sonra kitaplar falan da ve internetle beraber internet üzerinde de. Yas, cinsiyet vs. bazen insanın isminin ile insanları sınırladığına inandım hep. Yani fiziken elbette öyle ama, internetin getirdiği bir özgürlük vardı, Facebook vs’den önce özellikle, mesela üzerinde konuşurken bazen 11 yaşında bir çocuk 25 yaşında bir gençten veya 40 yaşında bir adamdan daha mantıklı olabiliyordu. İşte simdi, kaçarı yok, 11 yaşındayım diyemeyeceğim çünkü belgeler var tersi istikamette.

Dikkat ettiysen kullandığım sözcükler de hafiften harf devrimi sonrasını çağrıştırıyor. Yani yaşlıymış MUDER, değişikmiş. Beş kelime özetle kendini demişsin, iyi ki öğretmen vs. olma missin bu arada veya sana denk gelmemişiz eve girince. Günün ve su ana kadar yaşamın nasıl geçti çabuk bana üç kelime ile olayları tarifle gibi. Ne zor soruyormuşsun. Bir zaman radyo canlı yayınlarından birinde, MUDER Pazar günleri ne yapar diye bir soru gelmişti. Hiç düşünmeden, Formula varsa izlerim. Yoksa izlemem demiştim. Onun gibi biriyim ben. Şaşkınım.

İlk kelime bu. Mesela son zamanlarda ne kadar çok şey yapmışım farklı ve insanların çoğunun hiç yanından bile geçmediği ve geçmeyeceği modundayim. Ona şaşırıyorum. Hala kaynatamadıysam beş kelimenin ikincisi, tek kelime kabul edersek iyiniyetliyim. İyi olacağına inanıyorum, güzel olacağını sanıyorum. İleriye yönelik hep böyle planlarım vardı mesela. Beyana inanan biriyim. Biri bir şey söylüyorsa, beyan ediyorsa doğrudur kabul edenim.

Üçüncüsü yaratıcılık, ama öyle çok yaratıcıyım behey bana bak bana süperim hiperim gibi pozitif değil. Kötü bir şey de değil, sanki biraz Joe Satriani’nin Aşık Veysel’iyim. Umarım duyuyorum, umarım biliyorum, göçüp gideli kırk yıl olmuşsa dahi, ve görememişsem de dilerim farkındayım. Dört, güneş. Çünkü onunla yaşıyorum, onunla nefes alıyorum. Beş, çalışkanlık. Bugün de hiç bir şey yapmadan bir şey kurmadan bir şey sunmadan bir şey yazmadan okumadan veya sadece iste, öylesine yatayım veya dinleneyim dediğim bir tek günüm olmadı benim. Yani arızayım. Cizztt bzz cibizzt cizzzzt diye kafada elektrikler olan biriyim. Yasam koşullarına tam da uygun değilim.

Murat: Biz seni Gameshow dergisi ile tanıdık. Öncesinde ne yapıyordun, Gameshow’a nasıl ve ne sebeple girdin? Neden mizah, pardon dergi yazarlığı? Dergiye girerken veya yazı yazmaya başladığın zamanlar neler yaşadın? Biz mi dedik sana dergiye gir diye?

MUDER: İki türlü insan vardır. Biri hikayeyi okur ve kahramanı kendisiyle özdeşleştirir. İkincisi zaten o hikayedeki adamdır. Bunu böyle diyerek kaçabileceğimi düşündüm, hani karizmatik bicimde kapıyı kapattı ve cifti gibi. Bir önceki soruda yani denedim, olamadı.

Pelerini salladın dumanlar çıktı, sert bir ifade, noktayı koydun ve kocaman kara kapiği çarptın çıktın. Dönüp kafayı uzatınca n’oldu abi oldu mu diye kel kafanla, olmuyor iste. Onu diyorum, ben okuduklarımda, yazdıklarımda, ilgi duyduğum her şeye kendimi katmak istedim. Her zaman. Bir film izlesem sanki ben çekmişim veya konuyu olayı ortamı ben yaratmışım gibi heyecanlandım. Halen de öyle. Adam neyi nasıl düşünmüş niye öyle düşünmüş sürekli oralardayım. Bir şarkı, müzik dinlesem sanki herkes benimle beraber dinliyor gibi o müziği „yapan“ gibi hissettim kendimi. GAMESHOW’da okuduğum insanlara mektuplarımla ulaşıyordum. Hatta çoğu kereler yanıtlar da sorularım da pek çok kösesinde çıkmıştı derginin.

Gameshow dergisi Türkiye’de hiç de azımsanmayacak bir takipçi kalitesine sahipti
– editörün notu

Tanınıyordum. Engin’e yazdım, Engin Süzen’e, Larry oynuyordum açıklamak istedim. Gönder dedi. Sene 1997.. O zaman da şimdiki gibi 11 yaşındaydım. Bu herhangi bir dergide herhangi bir oyun açıklamak, bir makalenin yayınlanması veya isminin geçmesi gibi bir şey değildi. GAMESHOW’da her zaman dönen bir muhabbet vardı. Ve onun sadece okur olarak değil de, bir başka tarafından da parçası olabilmekti benim için yazılarımla orada olmak. Bir diskette beş bin karakterden fazla şekilde yazdığım açıklamayı göndermiştim. Engin, bunun planladıklarından çok çok ama çok fazla sayfa demek olduğunu, kesmem gerektiğini söylemişti.

Kaç sayfa planlamışlardı veya kaç karakter ne kadar sayfa yapıyordu pek bir bilgim yoktu. Alaylıyız kardeş. Yaz denilince yazmıştım. O zamanlar iletişim de mektuplarla postayla oluyordu, artık düşün gerisini. Sonradan kesmiştim tabii ama yazının yarısı gitmişti. Ona rağmen o yazı bugün bile efsane olarak anılır ve üzerine konuşulan bir yazı olmuştur. Öyle girmiştim dergiye, sizmistim daha doğrusu. Bildiğin postayla gönderdiğin mektupla, disketle, şimdiye göre, hem açıklama-inceleme hem fiziksel hem de iletişim ve bilgi paylaşımı konusunda ciddi zor şartlarda yazılan yazılarla.

Her zaman bir yerlerde ismimi görmekten memnun oldum ve buna hep şaşırdım. Bunun için ilk kez GAMESHOW’da bir yazımı görünce, ki ayni ay World Cup 98’i de açıklamıştım sanırım, iki açıklamayla birdendi, yoksa üç mü simdi tam hatırlayamıyorum ama pek çok ay iki üç açıklamam birden yayınlanmıştı hatta daha sonradan kendi kösem falan da oldu, çok sevinmiştim. O heyecan hala içimdedir. Mutlu olmuştum. 1999 Eylül’üne kadar yüzümü dahi görmemişlerdi.

Ama Engin, Emin, Polat, Burçak, kim varsa dergide, fiziki olarak ayni şehirde bile bulunamasak da, iletişimimiz çok kısıtlı da olsa o zaman da, ondan sonraki zamanlarda evlerinde dahi kalacak olsam veya Ankara’ya geldiklerinde buluşacak da olsak, yani her koşulda, hep ayni şekilde beni sevdiler, hep çok mutlu oldum onların arasında ve ne zaman adim anılsa GAMESHOW’un bir parçası olarak. Benim için her şey geçecek ve GAMESHOW kalacaktı. Öyle de oldu. Biz mi sana dedik dergiye gir diye diyorsun, yok kim, ben mi dedim sana yazdım al oku diye? Benim kadar sen de suçlusun.

Murat: Sanırım diyebilirim ki, Gameshow bir nesil için oyun, müzik, kitap, film ve benzer geek’sel mevzular hakkında bir kültür hazinesi olmuştur. Sıradan bir oyun dergisi değil, bir arkadaş, bir dost, bir aile gibiydi birçoğumuz için. Hem eğlenmek, hem öğrenmek, hem de sıkıntılarımızı paylaşmak için bir platform oldu. Belki de bu yüzden, zamanında dergiyi okumuş kişiler halen özlemle anmaktadır. Peki senin için neydi bu dergi? Okur ve yazar gözüyle bakar mısın?

MUDER: Aynen dediğin gibi. Çok güzel anlatmışsın. Ayni frekansta olan insanların üzerinde durabileceği, görüşebileceği bir platform gibiydi GAMESHOW. Arkasında, sadece yazar çizer anlamında değil, her sekliyle her yerinde samimi insanlar vardı ve bu samimiyet de ister istemez okuyan yazan her bireye, parçası olan herkese yansıyordu. Okur gözüyle bunu görüp hissedip daha ötesinde yer almak istediğim için belki de yazar olarak da bir şekilde bir yerlerinden bana yer verdiler aile içinde.

Benim için bütün bunların ötesinde önemli bir simgeydi GAMESHOW, bir kalkandı tekdüzeliğe, dayatmalara, genel geçer diğer şeylere. Çünkü mesela o yıllarda da tahmin ediyordum, 64’ler olsun, Commodore olsun, hatta Amiga Dünyası, daha sonra arkasında Doğan Medya’nın olacağı .Net gibi yayınlar bile süreliydi. Yani sonsuza dek sürmeleri pek mümkün olamayacaktı. Hissediyordum.

GAMESHOW öncesinden de bunun kanıtları vardı. Benim için bir gün kaybedeceğimi yani eskisi gibi olmayacağını bilsem de her anini mutlulukla, heyecanla, ne kadar geç olsa da güç olsa da mesela her yeni sayısını büyük bir saygıyla alıp kokladığım, sevdiğim ve sayfalarını çevirirken o sayfaların arasında kelimeler içinde neler döndüğünü, kimlerin hangi hayatların nasıl kesiştiğini ve bir gün GAMESHOW olmadığında o hayatların elbette bir şekilde devam edip bir gün o kesişmeyi gülümseyerek anımsayacağını görüyordum. Genel geçer olmayan bir şeydi bu benim için. Okur olarak da yazar olarak da, öyle olmasını dileğimdi.

Murat: Gameshow lafı geçtiğinde bir “Mavra” diye bir naneden bahsedilir. Nedir bu Mavra, bilmeyenler için bize kendi sözlerinle açıklayabilir misin?

MUDER: Yüzüklerin Efendisi’nin ilk filmine kalabalık bir arkadaş topluluğuyla gitmiştik. Ankara’da beraber büyüdüğümüz, ki bunu derken mesela 11 yaşında çocuk olup halen üzerinde AC/DC, Metallica t-shirt’leriyle mahallede beraber top oynadığın bacağını acıttığın veya parka gidip basket maçı yaptığın adamlardan bahsediyorum, onlarca diyebileceğin kadar çok yıla dayanmış gerçek brofist yapabileceğin bir adamlar iste.

Onlarla beraber gitmiştik Yüzüklerin Efendisi’nin ilk filmine. 17 yılda yazmış, profesör, Tolkien, iste su kadar yıl beklenmiş filmi çekilememiş falan, bir çok değişken teknoloji vs. bir araya gelmiş de en nihayetinde bizim gidip izleyebileceğimiz kadar yakınımızda da gösterime girmiş bir kült, bir sanat abidesi, bir kelimelere sığmayacak kocaman bir dünya. Neler söyleyebilirsin, bir sürü şey değil mi?

Elinde pipo, efe’m simdi de bu filmde söyle bir temaları yazar şuradan yönetmen buradan vs. vs. her yerinden her şekilde bir çok şey konuşabilir, söyleyebilir, yazabilirsin. Ista mavra, Galadriel Frodo’ya „aynasini“ açıklarken iste söyle gösterir böyle yapar derken yanındaki adamın senin kulağına eğilip fısıldayarak Frodo’nun ağzından çok abuk bir şey sorması, oradaki o lokal espriden bahsetmiyorum, bunun yazarlar ve okurlar arasında, ayni o modda, zaten kitabini okumuşsun grupça, tartışmışsın, yemiş bitirmiş muhabbetlerini cevirmişsin yıllarca, ve en nihayetinde yine topluca filmi geldiğinde o filme gidilmiş ve oradaymış gibi o modda paylaşılabilmesidir, yansıtılabilmesidir.

Konuyla, filmle, oyunla ilgili verilecek bilgilerin verilmemesi veya safi „bos“ bir muhabbet yada espri yapmak çabası gibi değil asla, ama bunlar yapılırken ki o karşındaki, yanındaki insanın, ister yazar ol, ister okuyor ol o an için dergiyi, sana verdiği, hissettirdiği o grubun içinde olma durumudur.

O rahatlık ve bir şey diyorsan, belki bir başkasına hiç de komik de gelmeyecek bir şeyin o anda sende bambaşka farklı bir mod farklı bir oluş yaratması ve yaşatmasıdır. Yani grup yapmaktır. Sonu olmadı değil mi?

Murat: Gameshow’da yazarlık yaptığın dönemler en çok neyle vakit geçirirdin, oyun oynamak, İnternet’te sur yapmak, MIRC chat odaları, yoksa kendini kitaplara mı verirdin? O sıralar seni çok bağlayan ve unutamadığın oyunlar neler olmuştu? Peki günümüzde bu aktiviteleri ne kadar sıklıkta yapabiliyorsun? Oyunlara eskisi kadar ağırlık verebiliyor musun?

MUDER: Kitap okumak. Evde yada sinemada film izlemek. Müzik dinlemek ve müzikle ilgili hemen ne varsa okumak, ne bulabiliyorsam okumak. Sinema, müzik, ve bulabildiğim yabancı oyun dergilerini takip etmek. Pek bilinmeyen yanlarımdan biri bir kaç gitarım olduğu (hepsini Türkiye’de biriktiğim) ve gitar, davul, bas gibi pek çok enstrümana ilgi duyduğum, dersler falan aldığım ancak hiçbirinde adam gibi bir şeyler çalma düzeyine gelemeden başka bir şeylerle ilgilendiğimdir. Bir Harvester of Sorrow veya Nothing Else Matters çalarım zorlarsan.

O ayrı. O dönemler gitarı olmayıp onları çalmayanı otobüse falan almıyorlardı zaten o ayrı. Veya distortion’larim vardı hala saklarım ve kafamda bazen ayar veririm onlara sonra seslerini duyarım. En sevdiğim şeylerden biri sesi görebilmek mesela. Akdeniz Akşamları bilmeden o dönemi geçiştirmiş olmaktan gurur duyuyorum ama o ayrı. Oyunlar tabii ki, oynadım ama aslında çok da değil.

GAMESHOW’da resmi olarak yazmaya başladığım Temmuz 1997 üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen halen Larry 7’li mailler alıyorsam Al Love ve Larry serisini anmadan geçmemek gerek o günlere dair mesela. Kutsalımızdır. Ayni yıl The Curse of Monkey Island, Quake II, ve biliyor musun ilk GTA çıkmıştı. Hemen hemen her çıkan oyuna bir şekilde ulaşmaya ve en azından bir kaç kez oynamaya hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırdım. O zamanlardaki EA’in hemen tüm spor oyunları bu arada, mutlaka anılmalı bu babda.

Neden bilmiyorum aslında strateji, avantüre falan seven ve oynamaya çalışan biri olarak 1997 ve sonrasında buz hokeyi, basketbol, futbol, dünya kupası özel versiyonları veya FIFA’lar su bu ne kadar spor oyunu varsa hemen hemen hep ben açıkladım. Gecen yıllardan birinde Slovakya’da dünya buz hokeyi şampiyonası yapıldı. Slovakya kimle oyna misti ya Finlandiya sanırım, canlı izlemiştim. Hani sağında biri vardır, sana bir şey sorar, cevaplarken sen o soruyu, yüzünün solunda görünmeyen bir gülümseme olur. O iste NHL 98’di mesela. O zamanlar internet ve her türlü kaynak bugüne göre kısıtlıydı.

Bir kaç kez EA Kanada’dan açıklayalım diye bir kaç oyunun disk versiyonları gelmişti ama yanlarında kitap vs. yoktu. Her türlü tuş kombinasyonları vs. derken iste spor oyuncusu olmuş çıkmıştım. Göbeğim ve bilgimle su an kay su püri paki al da iki sektir mübarek dersen, şaşırtırım seni de. Bir de sadece PC oyuncusu değildim ben. Daha öncesinde Commodore’la başlayan Amiga 500 ve 1200’le zirve yapmış, mesela bir yaz mevsimini Sensible Soccer’a digerini Cannon Fodder’a GODS’a, Dune II’ye Warcraft’a falan ayırmış bir gençliğim vardı. Yazık oldu kızlara.

Kitap okumak dedim, onu biraz açayım, şimdilerde pek yapamadığım bir şey, dört beş hatta yedi sekiz kitabi ayni anda okumak bana çok doğal gelen bir şeydi. Okumayı çok seviyordum. Hep sevdim. Kendime özel bir kütüphanem ve damgam vardı. Her kitabimin numarası vardı. Albümler, kasetlerim, CD’lerim gibi. Arşivci, koleksiyoncu ve bunların hepsini çok değerli bulan biriydim ben.

O zamanlar ve sonrasında da bunların hiç de çok ayrı olaylar olduğunu sanmadım. Ama yıllar içinde baktım ki, pek çok insanın bir ömür boyu okuyacağı kitabi ben bir kaç haftada okumuş geçmişim. Bunu övünerek veya başka bir şeyler için söylemiyorum. Sadece müziği, Rolling Stones’u, Michael Jackson’ı, Queen’i, Barış Mançu’yu oyunları, dergileri, sadece GAMESHOW, 64’ler vs. değil, pek çok dergide adim geçmiştir bir şekilde uzun yıllar içinde, doğal şeyler sanıyordum ben. Doğal yani, herkesin bildiği, dinlediği, yaşadığı, düşündüğü, hissettiği, oynadığı ve olduğu kişilermiş gibi.. Herkesi Murat Öğüt veya çevresi gibi biliyordum diyelim. Mesela öyle olmamasına da şaşırıyorum ben. Nasıl olmaz diyorum.

Nasıl bir insan oyunlara ilgi duymaz veya Rolling Stones’a, şaşırıyorum. Ben sevdim herkes de sevmeli gibi değil. Her insanın bir oyunları, bir Rolling Stones’ları bir Michael Jackson’ı olmalı. Heal the World deyince Brezilya’daki ormanı kuşu bilmeli. Bilir gibi geliyordu bana uzun süre ve sanırım hala ısrarla..

İnternette surf ve mirc vs. chat yapmak çok az zaman ayırdığım şeylerdi. MSN Live, ICQ, mIRC vs. çok ama çok az kullanabildim. Çoğunu yüklemiş bir bakmış silmişimdir veya geçmişimdir bile. Hala Skype, Facebook, Twitter vs. kullanabilen biri değilim. Biraz email bazen. Telefonumda binin üzerinde insan kayıtlı mesela, üç dört kişiyle konuşanım veya görüşen. İlginç bulmadığım şeylerdi. İnsanlarla etkileşim veya bağlantıda kalmak değil, “hangi” insanlarla bağlantıda kalmak konusunda sıkıntılarım oldu benim. Hala da olmakta. Alınmasınlar ama, sıkıcılar.

Bir Playstation 3’üm var. En sevdiğim şey onunla oyun indirmek. Oynamak değil. O inişlerini seviyorum. Oynama konusunda da tabii ki seviyorum ve şaşırıyorum. Bir sürü demo indiriyorum. Mutlaka her ay ne çıkmışsa yeni merakla ve sevinçle heyecanla login oluyorum veya olmaya çalışıyorum PSN’e. Sanki orada bir yerde biriken bir altın toplayıcısı gibi. Girip ne varsa içinde yüzüyorum. Ördek tavuk gibi sahibi gibi gelen. Vay diyorum suna bak ya, su konuya bak, su grafiklere bak. 7 yaşımda Commodore’da yeşil bir ekranda klavyede ne yazarsan o yanıp sönen yazı neyse, nasılsa su anda da çok fazla bir şey değişmedi bende bu konuda.

Hani belki benim için ya bu ne çocuk musun falan diyebilirler, eğer öyleyse, sadece çevrem ve bu şekilde düşünenler veya yargılayanlar uyum sağlayamadı diye düşünüyorum bana. O çocuk yok olursa, yok olmuşsa, çok da anlamı kalmıyor benim için aslında. Her şeye rağmen diretiyorum.

Murat: Gameshow dergisi kapandıktan sonra nelerle meşgul oldun? Şimdi neredesin, ne yapıyorsun, başından hangi maceralar geçti? Bir dönem Oyungezer dergisinde yazarlık yapmaya başlamıştın değil mi? Ondan sonra yine ortadan kaybolup sırra kadem basmıştın. Neden bu kadar uzak kalıyorsun sahalardan, bizleri özletiyorsun? Yoksa bizi sevmiyor musun?

MUDER: Sevgisiz olur mu hiç. GAMESHOW benim isim değildi. Ne de maddi bir kazancım oldu benim dergilerden veya çoğunlukla ismim nerede nasıl geçmişse bu ve bunun gibi konularda. Dolayısıyla meşgul olmak babında 2001 sonrasında okul yine fazlasıyla vaktimi aldı.

Dört ayrı üniversite geçmişim var. Okumak yazmakla ilgili adam buna ne dediyse artık. 2005’e kadar da Başkent Üniversitesi’nde Yönetim ve Bilişim Sistemleri okudum. 2006’da da Avusturya’ya geldim. Oyungezer’de yazmak istedim çünkü benim arzuladığım havaya yakın bir hava yakaladıklarını gördüm ve bir parçası olmak istedim. Ne yazık ki 2007 ve 2008 yıllarında bazı kayıplar ve en önemlisi final noktası olarak sağlığımla ilgili ciddi sayılabilecek garip bir durum yasadım.

Yaşadım derken 2009 başına kadar yoğun bir mücadele verdim. Fiziki olarak. Ve ne yazık ki bu mücadeleyi kaybederek.. eheheh böyle yanıt mi olur değil mi? Meğer 2009’da iste vefat ettim su an öbür taraftan konuşuyorum düğmeye basarsak kafa isindi biraz bir reset atsın hologram gibi. E abi öyle değilse 5-6 hatta 7 yıldır neredeyim ben? Ista onu diyorum. Oyun Gezer’deki köseme, ki sağ olsunlar, Serpil, Tuğberk, Sinan, kim varsa hep ilgiyle saygıyla ne istersem istediğim gibi olması konusunda da her türlü başka konularda da hep el üstünde taşıyarak beni bir ayrı yere koydular. Ancak dediğim gibi 2008 ve 2009 başı, hayata ve yasamaya dair, hemen hicbirsey yapamadığım zamanlardı. İster istemez oradaki köşemi de, hayır bu ay yazacağım mutlaka söyle yapacağım gelecek aya olmalı derken, ayağa kalkamadan bırakmak zorunda kaldım.

Neden bu kadar uzak kalıyorum, isteyerek olan bir şeyler değil. 2009 – 2014 Kasım arasında da mesela, hem fiziki hem maddi ve manevi ayağa kalkmaya calistim. Gecen yıl Kasım – Aralık’tan bu yana, simdi Ocak 2015’de mesela da yenile Facebook’da falan görünmeye bakmaya başladım ortama nedir ne değildir gibisinden. Böyle şeyler başına gelen herkes neden ben der ama Gandalf’in Frodo’ya dediği gibi, secim bazen bize bırakılmamıştır. Ve bazen de hani Frodo-Shelob olayında bir Samwise olmasa gitti gider yavrucak gibi. Onun gibi yani, Ork’u var Mordor’u var ben de isterim Sıçrayan Midilli’de eğleşsek yıllarca ama her gün ayni olmuyor, bazen yağmur bazen de gece, örümcekler vs. Biri Shire’dan hiç ayrılmaz evlenir çoluk çocuğa karışır, öbürü Frodo olur yüzüğün pesine, diğeri Samwise olur vs. Hepimizin yolları ve seçimleri var ve çoğu zaman da seçtiğimiz istediğimiz bir şey belki başarıya ulaşsın diye kendini arada kaybedebiliyor belki insan. Ben olsam sadece sen ben veya 9 kişi gidelim demezdim, herkes gelsin bu macerayı paylaşsın ve bilsin ama bazen saf sevgimle veya haydi ama niye öyle olmasın ki demekle veya benim istememle olmuyor. Son röportaj dediğimde basta aslında böyle bir şey.

Ben sizleri hep sevdim ve hep gülümseyerek andım. Aşık Veysel görmeden yazmış, ben de seni görmedim. Ama Endülüs’ten bir nota verirsen iste bu sorular ve yanıtlarımız gibi, yankılanır diye umut ediyorum, en azından birimizden birimiz buradayken.

Murat: Her geçen yıl aynı anda mutluluk ve üzüntü getirir. Ama bazı hadiseler bizim için çok önemlidir, hayatımıza kazınır, sürekli yanımızda taşırız. Senin için böyle bir olay (ya da olaylar) var mıdır?

MUDER: Full Throttle.. Ne oyundu be. eheh. Simdi evli yada nişanlı olsam terliği yemiştim kafama. Allah’tan değilim. Hiç de evlenmedim. Bunu da gurur duyulacak bir şeymiş gibi bir iki röportajdır atıyorum böyle ortaya. Ne yapayım, bana biraz en kolayı gibi geliyor evlilik vs. Yani bir karşı cinse ve bir insana onun ailesine vs. teslim olmak, ve bırakmak kendinle ilgili ne varsa başkalarının kucağına.

Diyerek magazinsel çıkışımızı da yapalım ki rating’ler artsın. Bu söylediklerimi manşete atarsan en azından bir merak uyandirip belki evleniriz de. Yani doğru insan veya benzeri bir çok olaylarımız var tabii, tezgâhı acar gibi abi şunlarda var bak seklinde kacak…

Elbette, evet, birçok olaylar var, hatta yıllar içinde o kadar çok şeyler var ki, bazen ben bile yetişememiş olduğumu görüyorum o kazınma sahnelerine…

Murat: 90’ların sonundan günümüze doğru baktığında, değişimi en çok şaşırtan alan nedir senin açından? İnternet siteleri, oyun grafikleri, bilgisayar veya cep telefonu donanımları, yoksa yaşantımız mıdır? Bir zamanlar “İnternet Benim Memleket” derdin, şimdi de diyebiliyor musun onu?

MUDER: Supercell’in buldugu denge.. Supercell, Finlandiya’li, Clash of Clans ve Boom Beach’in arkasındaki şirket. Bir röportajlarında, o kadar çok para kazanıyorsunuz kazandınız ama neden şirket headoffice’ini vs. taşıyıp vergiden kazanç sağlamadınız veya daha az vergi vermediniz minvalinde imali bir soruya, ki ciddi çok kazanıp çok büyük vergiler ödediler geçtiğimiz her yıl ve hala çok ama çok kazanıyorlar, “biz bu sokaklarda büyüdük, bu insanlardan aldık ve simdi onlara vermek istiyoruz” benzeri bir yanıt veren insanlar.

Bana ilham veren bir şey bu. Onların basarileri. Yeğenim onlar başka türlü götürüyorlardır, istatistiklerde database’de hile yapıyorlardır falan gibi de yaklaşılabilir. Yani adam parmağıyla bir şeyi işaret ederken onun parmağını tutup ehehe bıngıldak gibi demek seklinde. 90’larin sonundan günümüze doğru, Facebook, Twitter, Google, akıllı telefonlar ve sahip olduğumuz bağlar, arkadaşlar arkadaşlıklar, okuduklarımız paylaşıyor olduğumuzu sandıklarımız yaşantımızda olan değişikliklerden, yönlendiriliyor bu şekilde şekillendiriliyor oluşumuzdan, yani eskiden arkadaşlarla buluşmak veya yüz yüze bakmak varken, hatta daha öncesinde ava gitmek beraber, sen ben gibi avcı toplayıcı adamlardan bahsediyorum, killi şişman olarak sen ve ben yani, daha dijitalleşen yaşantımızın dışında beni spesifik olarak şaşırtan şeylerden biri Supercell’in bulduğu o dengesi iste.

Vergi vermek vs. değil. Finlandiya’dan, hani kış soğuk olup çok iyi araba kullananların çıkması veya iyi hikaye anlatıcıların gibi de değil. Ben 1999’da Kanada’da yapılmış bir Electronic Arts oyununun bana ulaşması için belki 5-6 km soğukta karda kışta yürüyüp postaneye gidip eve gelip paketi açıp diski çıkarıp oyunu çalıştırmaya çalışmış biriyim.

Benim için 16 yıl sonra, bugün, elimdeki cihazdan Finlandiya’dan, ki bayağı bir mesafe var yine Kanada veya o zamanki postane kadar olmasa da, yapılmış bir oyuna ulaşmak, oyun içindeki dengeler, ekonomiye etkileri, Japon Bankasının ortaklığı, milyar dolarlar vs. ötesinde, o adamların felsefeleri, inandıkları düşündükleri, ortaya çıkardıkları bir eseri bu şekilde paylaşabiliyor olmaları, yansıtabiliyor olmaları yaptıkları isi ve o ise beni ortak etmeleri, benim nispeten kolayca onun bir parçası olabilmem önemli bir adim. Ancak daha da önemlisi ve beni şaşırtan aşağı yukarı hiç kimsenin bunları bu şekilde düşünüp, tartışmaya veya takdir etmeye zamanının olması.

Yani bazen bu oyunlar vs. için demiyorum ama öyle de üzerine alınabilir alınacak olan, sunulan bir şeyler ücretsizse, ürünün kendisinin biz olmamız da dahil, ne sunulduğunun veya neyin parçası olunduğunun önemsiz oluşu. Yani üniteler gibi veya robotlar gibi, paylaş, like ver, sunu gördün mü kanka, bu olmuş mu falan derken yılların geçip gitmesi ve alternatif olarak bir şey geliştirmediğimiz için veya elimizdekini de açık tutamadığımız için ne sunulursa hap gibi alıp artık annemizin güzel yemeklerini özlemememiz gibi. Bu, beni, anlasam da şaşırtan bir denge.

Murat: Under The Dark Sun diye bir çizgi roman projen varmış, bize biraz bundan bahsedebilir misin? Nerden esti de buna giriştin, kitap yazmak yerine bir çizgi roman projesine yönelmenin sebebi nedir?

MUDER: Kitap da yazdım ben sadece yayınlamadım. Hatta 2014’de filmini de çekmek istediğim bir kitap çalışmam oldu. Ama ayni albüm yapmam gibi, ayni yıl, gecen sene, pek bunlar üzerinde durmadım. Durmuyorum da.. Bir süre sonra gelecek sorulardan çekiniyorum sanırım. Simdi senin sorman gibi değil. Hep sen sorsan başım üstüne. Anlatmak ve paylaşmak istedim. Ne düşündüğümü, nasıl gördüğümü. En kolay biraz da görsel, çok da kolay değil ama bir çizgi roman tasarladım.

Retro-fütüristik, deli isi. Hemen her isimde olduğu gibi. www.underthedarksun.com veya Türkçe biraz bilgi www.karagunesinaltinda.com adreslerinden edinilebilir. Bunun için, yani olabilsin diye bir indiegogo kampanyası başlattım geçtiniz günlerde. İstedim ki talep olursa devamı gelsin. Bunu da somut olarak en iyi o şekilde gözlemleyebilirim, ölçebilirim diye düşündüm.

Under the Dark Sun, MUDER’in yeni projesi

Açıkçası genel özel hayatımda olanlar, gidişat ve pek çok başka değişkenle de ayni anda verdiğim mücadeleler sonucu, su anda da halen tam istediğim veya hayal edebildiğim gibi kampanya üzerinde duramadım. Issue Zero, sıfırıncı sayı diye bir tanıtım sayısı var hazırda, mesela o okunabilir bir bakılabilir.

(editörün notu; Under The Dark Sun hakkında daha detaylı bilgi verdiğimiz haberimize göz atabilirsiniz)

Murat: İlerisi için planların veya düşüncelerin nelerdir? Neler yapmayı istiyorsun, nasıl bir hayal kuruyorsun, bunları gerçekleştirmek için nasıl bir yol izleyeceksin? Gameshow dönemlerinden kalma sevenlerine yönelik sürprizlerin olacak mı? Peki ya Marvel mı DC mi?

MUDER: Under the Dark Sun’in oyununu ve ardından filmini yapmak istemiştim. Bir crowdfunding olayımız var belirttiğim gibi indiegogo üzerinde. İlgi olursa onun devamını getirmek istiyorum. Çok sağlam bir konusu ve enteresan olaylar var. Ancak hayatımdaki tek olay değil.

Aslında bütün bu görünenlerin ötesinde, pay lastiğimi sandığım bir kaç link, proje veya internet aracılığı ile şunlar şunlar da iste MUDER’dir dediğimiz diyebileceğimiz olayların çok daha ötesinde bir hayatim var. Yalnız böyle girince, biraz Harvester of Sorrow’a dönecek sanırım. Çok uzatmayayım. Marvel, DC, iki ayakkabıcı kardeş gibi ayni sokakta dükkan açan. Modeller, cağlara göre yıllara ve sokakta olan olaylara, yönetime, akımlara, taşınanlara mahalleye gelip gidenlere göre değişen, hatta bazen birbirinden esinlenen ve esinlendiği çok belli olan veya bazen birinin daha çok sattığı bazen diğerinin bambaşka bir sürprizle ama sonuçta ayakkabı ürettiği iki kardeş gibi. Sanki aksam olunca ayni eve gidip ayni anne babayla ayni masada ayni yemekleri yiyorlar. Ertesi gün ayni saatte dükkânlarını acıyorlar. Bana göre, bizler bazen bugün yeni ne var diye birinin vitrinine takılıyoruz diğer gün öbürünün. Ne güzel, bizim için çalışıyorlar.

Hangisi peki dersen, yine bana göre, yeni ve büyük bir şeyler gerek. Mesela artık sadece ayakkabı, onun sekli rengi, boğazlısı boğazsızı vs. değil de Geleceğe Dönüş’teki ortamı sağlayacak hoverboard gibi ama board’suz da uçurabileni gibi bir şeyler. Bunu sunacak olan beri gelsin bana gelsin. Yoksa benim için ayakkabıcı dediğim gibi, sıradan ayakkabıcılar, ikisi de..

Sürpriz var mi demişsin, GAMESHOW dönemlerinden kalma sevenlerimiz, hepimiz için öbür dünyadan döndüm daha ne sürprizim olsun? Eheheh saka saka.. yani bu sürpriz değil beklenen bir şeydi. O kısmı saka.

Murat: Bu muhabbet için teşekkürler. Söylemek istediğin son sözler varsa çabuk ol, dükkanı kapatacağız, çok geç oldu…

MUDER: Ben teşekkür ederim. Dükkan falan dedik, ucan ayakkabımı giyeyim geleyim madem kapatıyoruz değişik bir şovlar olsun. Söv falan derken, Rolling Stones’tan da girdik Mick Jagger’in „a good thing never ends“ sözüyle bitirelim. Umarım iyi bir şeydir, bir şeylerdir yaptıklarımız, olduğumuz, olabildiğimiz, soluğumuz ve onla ne yaptığımız, niyetimiz. Öyle bahsedilir bizden ve iyiyizdir, geçmiş gitmiş olsak da, istemeden de, biz öyle seçmesek de, artık olmasak da burada bir yerde, iyilikle anılırız.

Anasayfaya dönüş


1Bu röportaj Murat Öğüt tarafından yapılmış ve ilk defa 6 Şubat 2015'te kafakutu.com'da yayımlanmıştır.
Murat Öğüt'ün izniyle sadecebirmuze.com'da yayımlanma tarihi: 10 Ocak 2016